4 Ocak 2013 Cuma

JW Steak House : Ankara’da Farklı Bir Keyif..



Ankara farklı lezzetlere aç bir şehir.. Her zaman belirttiğim gibi yemek iyi oluyor, içki mönüsü yetersiz kalıyor.. Bazen de yemekler gerçekten sıradan, özelliksiz geliyor.. Geçen hafta, Ankara’daki steak restoranlardaki gelişimi ve güçlü rekabeti sizlerle paylaşmıştım.. Ancak, dünyaca tanımış “JW Steak House”dan da bahsetmek gerekiyordu.. Bu hafta, bir arkadaşımla Söğütözündeki  “Marriott Hotel”in içindeki “JW Steak House”u denedim. Amerika ve dünyanın 70 ülkesinde 3 bin 500'ün üzerinde turizm yatırımına sahip dünyanın önemli hotel zincirlerinden olan “Marriot International”ın Ankara’ya gelmesi başkent için önemli bir adım. Londra,  Bükreş,  Kahire ve  Dubai’nin ardından Ankara'da steak lezzeti sunan Amerikalı şef Manuel Evan Sotomayor’ un feslsefesi, benim de içtenlikle katıldığım;  “etin iyi olanı sade olanıdır” prensibine dayanıyor.. Evet, sosları da lezzetli, yanında sunulan patatesler de.. Ancak, ben “kendine güvenenin eti lezzetli olur” düşüncesindeyim..Sos bir anlamda, kadının makyajı.. Lezzetli “steak” üretiminin dört ayağı var : hayvanın kalitesi, doğru ve doğal besleme, iyi olgunlaştırma ve şefin ve teknolojinin başarısı.. “Ankara JW Steak House” bunu büyük ölçüde başarmış..
Eti doğru pişirmek..
Steak pişirmek önemli sanat..Eti kurutmamak önemli.. JW Steakhouse’da 650 derece ve çift taraflı pişirme yüzeyine sahip özel ızgara sayesinde etin iki tarafı kolayca mühürlenerek, suyunu fazla kaybederek kuruması engelleniyor. Et lezzetli, ancak pişme ölçüsünün Amerikan ölçüsünden biraz daha ileri götürüldüğünü düşünüyorum.. Doğru çizgiyi aşmamalı..
Zengin şarap, iyi servis ve iyi mekan…
JW Steakhouse, 2 bin şişelik geniş şarap kavıyla da rakiplerinden ayrılıyor ve Ankara'daki oteller içinde  en geniş şarap yelpazesine sahip restoranlarından biri olarak ortaya çıkıyor.. Vasat şarap mönüsü olan bir “steak house” restoranını düşünemiyorum bile.. Restoran müdüründen somelyesine kadar, bilgili ve her şeyden önce güler yüzlü bir ekip kurmuşlar.. Böyle bir mekan için, yemek fiyatları abartılı değil. Ben Türkiye’de şarap fiyatlarını her zaman eleştiriyorum.. Ne yemeli derseniz.. Ben, 14 oz’luk “Rib Eye” denedim. Lezzeti yerindeydi..Biz “Malbec”le denedik, ancak siz “Shiraz” ile deneyin.. Mekan  oldukça zevkli, servis kalitesi de iyi..Ankaralı gastronomi tutkunları için önemli bir mekan..
Paris’te “Restaurant Mon Vieil Ami”..
Yılbaşını Paris’te geçirmeyi düşünenler için önerilebilecek en keyifli restoranlardan birisi de ismi Türkçe’de “Eski Arkadaşım” anlamına gelen “Restaurant Mon Vieil Ami”..Michlen 5 yıldızlı restoran tipik bir Fransız mutfağı.. “Pont-Marie” metrosu çıkışındaki restoran, şef Antoin Westerman özellikle kaz ciğeri ve tiik kuzey Fransa mutfağı severler için denmeye değer doğrusu..
Kırmızı şarap neden faydalı ?
Son yıllarda şaraba olan amatör ilgi giderek gelişiyor.. Bazı çevrelerin, şarabı aşağılaması bu sihirli içkiye olan ilgiyi aslında kamçılıyor. Her ne kadar teşvik görmese de, özellikle kırmızı şaraba olan ilgi günbegün artıyor. Geçenlerde bir arkadaşım, sağlık bakanının şarap üzerine olan olumsuz açıklamasından esinlenerek, biraz da muzipçe; “ne faydası var bu şarabın” ? sorusunu yöneltti.. Ben de özellikle kırmızı şarabın ölçülü kullanmak kaydıyla, içerdiği zengin antioksidanlarla ne kadar yararlı olduğundan bahsettim.
 Artık, gıda takviyesi olarak satılan “resveratrol”ün en önemli doğal kaynağının kırmızı şarap olduğunu bilmeliyiz.. Şarap, pıhtılaşmayı azaltıp kan dolaşımını güçlendiriyor, damarlarımızdaki kan akış hızını yükseltiyor. Kolesterol üzerinde de önemli etkisi var.. HDL olarak bilinen iyi huylu kolesterolü yükselterek, LDL, yani kötü huylu kolesterol düzeyini düşürüyor. Ayrıca, kolesterolü okside ederek damar sertliği oluşmasını da önleyici rol oynuyor. Binlerce yıl önceki kültürlerde şarabın gençlik iksiri kabul edilmesi, artık günümüzde sağlık için önerilen, Akdeniz mutfağının eşlikçisi şarabın sağlıklı ve uzun ömürlü olmanın sırrı olarak kabul edilmesi önemli değil mi? Nitekim, Fransa’da çok şarap tüketen “Bordeaux”lular uzun yaşıyorlar ve Fransa’nın birçok bölgesinden daha az kalp-damar hastalıklarına yakalanıyorlar. Ancak, dozu da aşıyorlar doğrusu.. Bu nedenle Avrupa’nın en önemli Aritmi (Kalp ritim bozukluğu) merkezi de Bordeaux’da.. Ünlü kimyager-filozof Paracelsus demiş ki : “Sola dossis facit venenum” (Her madde zehirdir, hiçbir şey zehir değildir. Yalnız dozunda alınan şeyler zehir olmakatan çıkar”..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder