12 Mayıs 2013 Pazar

Ankara’da Farklı Bir Balık Restoranı : Kalinos




Ankara’da balık ve deniz ürünleri üzerine kurulu mekanlar giderek zenginleşiyor..Bunlardan birisi de “Kalinos”.. Yıldız-Hilal mahallesindeki bu sempatik mekan, balık çeşitlemesi ve servisiyle oldukça keyif veriyor..110 kişilik kapalı mekan, ön ve arka bahçelerle 150 kişiye ulaşıyor.  Balık ve meze taze ve iyi..Fiyatları da oldukça makul.. Ancak sorun sigara.. Bu işi Türkiye’de henüz çözemedik.. Kışın kapalı mekanda buna izin vermemek gerek..Yeni moda, bir tarafı sigaralı, bir tarafı sigarasız mekan yapmak.. Ancak, hava sirkülasyonu iyi değilse bu pek de geçerli bir çözüm değil.. Servis elemanları temiz ve bakımlı..Güler yüzle hizmet veriyorlar. Her zamanki gibi içki mönüsü çok yetersiz..Bu konuda, birkaç restoran hariç, Ankaralı şanssız. Ya iyice abartılı fiyatla müşteri kaçırıyorlar. Ya da, kısıtlı bir mönü ile sizi alternatifsiz bırakıyorlar. Bu durumda, en iyisi şarabı koltuğunuzun altına alıp, restoranın yolunu tutmalı ve Avrupa’da olduğu gibi mantar parası verip şarabı açtırmalı..
“Kalinos”ta ne yemeli ? derseniz. Ben, Ahtapot ızgarayı ve acılı kalamarlarını beğendim. Kılıç şişi de çok lezzetliydi doğrusu.. Şarap mönüsü mutlaka çeşitlenmeli ve zenginleşmeli.. Hatta, daha ileri gidip rakı mönüsü de yetersiz diyorum.. Artık, rakılarımız çeşitlendi..Özenilmiş bir restorana için artık bu eleştirileri yapmamalı. Cumartesi de dahil, haftada üç gün canlı Yunan müziği yapıyorlar.. Biraz, Ege tavernalarının havası olsa da, Selanik’in restoranlarının neşeli yapısı yok.. Yine de, denemeye değer bir mekan..

Cafe Botanica Lavande’de Vinolus Şarapları..

Sempatik ve Orta Avrupa’nın tipik kafelerini yansıtan yapısıyla “Cafe Botanica Lavande” giderek Ankaralıları çekiyor.. Geçen hafta, mekan işletmecisi Arzu Deliç’le birlikte düzenlediğimiz “şarap-yemek uyumu” seminerlerinde Türkiye’nin önemli butik şarap üreticilerinden, arkadaşım Oluş Molu’yu ağırladık.. Kayseri’de büyük bir çabayla butik şarap üreten Oluş Molu, Kapadokya’nın volkanik topraklarından çıkardığı 5 farklı şarabı sundu..
Satır içi resim 1 Öncelikle, her yıl ödül alan çok başarılı bir “Chardonnay” üretmiş..Tabii, şaraplarına bir kadın zerafeti de katmış.. Ben 2009’u beğenmiştim. Nitekim yurt dışında ödül aldı.. 2010 bence daha geride kaldı. 2011 tekrar çok zarif bir örnek olarak çıkıyor.. Ayrıca, finalde sunduğu 2009 Syrah ve 2011 Kalecik Karası-Tempranillo şarabı da kesinlikle denemeye değer.. İspanyol çeşidi Tempranillo’yu, Kalecik Karası ile harmanlamak kanımca doğru bir yaklaşım.. Tempranillo’nun baharatsı yapısı, Kalecik Karası’nın zarif meyveleriyle birleşmiş ve ortaya zengin bir aroma yelpazesi çıkmış..Syrah ise; her haliyle Avrupa Syrah’larına daha yakın. Kapadokya’nın gece-gündüz sıcaklık farkının belirgin olduğu volkanik topraklarından frambuaz, mineral, karabiber tonlarının hakim olduğu diri bir şarap çıkmış ortaya.. Kayseri’deki “Molu Çiftliği” sadece şarap üretimi yapmıyor, aynı zamanda peynir, bal, reçel gibi organik ürünleri de sunuyor..

Şarap-Yemek Uyumu Üzerine..

“Şarap-yemek uyumu” üzerine herkes bir şeyler söylüyor.. Doğrusu, detaya girince iş zorlaşıyor. Ancak, bazı temel noktaları iyi bilirsek, iyi uyum yakalamak hiç de güç değil. Bu konuda, birçok makale okudum, azımsanmayacak da bir deneyimim var.. Ancak, gurmeyim deyip, eline kadeh alıp, çok da yerini bulmayan yorumlar patlatanlar doğrusu insanı şaşırtıyor..Okuyucularıma bu konuda detaya girmeden şarap-yemek uyumunun bazı temel prensiplerini paylaşmak doğru olacak..



Hafif yapıda sek beyaz şaraplar : Deniz ürünleri, balık, yeşil sebzeler, mezeler

Tatlı beyaz şaraplar : Tatlılar, meyveler, pastalar, peynirler

Yoğun, yapısı sağlam sek  Beyaz Şaraplar : balıklar, deniz ürünleri, yağlı peynirler

Köpüren Şaraplar          : havyar, pastalar, meyveler, çerez ürünler, balık

Hafif kırmızı sek şaraplar : makarnalar,pizzalar, kanatlılar, az ve orta yağlı peynirler

Orta gövdeli kırmızı şaraplar : kanatlılara, kuzu eti, ızgara etler, mantarlı yemekler, o

Büyük kırmızı şaraplar  : Izgara etler, av etleri, yağlı peynirler

Likör şaraplar                : Özellikle çikolatalı pastalar, tatlılar (ayva, kabak), çerez yiyecekler.

Atatürk Orman Çiftliği Şarapları Gelişiyor..



Şarap dünyası ve Ankara denildiğinde kuşkusuz Atatürk tarafından 1925 yılında kurulan “Atatürk Orman Çiftliği”nin nostaljik bir yeri var. Aslında uzun yıllar Türk şarapçılığında önemli rol onayan, hatta başlangıç yıllarında belli ölçüde özel sektöre yol gösteren AOÇ, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren özel sektörün şarapçılığa ağırlığını koymasıyla, giderek geri çekilmeye başladı. Tekel’in Alkollü İçki üretiminin 2003 yılında özel sektöre devredilmesiyle, devlet şarap sektörü olarak elimizde kala kala yüce önderimizin kurduğu AOÇ şarapları kaldı. Ankara’da bugünlerde AOÇ’nin akıbeti tartışılsa da, kıymetli öğrencim Aykut Muğla AOÇ şaraplarına farklı bir boyut kazandırıyor.. 2008 yılında, artık teknolojisi eskimiş üretim tesislerini yenileyen AOÇ, nostaljik şarabı “Boğa Kanı”nın adını korusa da, yapısını değiştirip Kalecik Karası, Öküzgözü, Boğazkere, Narince gibi yerli ve Cabernet Sauvignon, Merlot, Syrah, Chardonnay gibi uluslar arası çeşitlerle kendini özel sektör rekabetine hazırlamaya çalışıyor..

Nostaljik şaraplar kabuk değiştirdi..

AOÇ şaraplarının bilinen en önemli örneği “Boğa Kanı” şarabıydı. Bu şarap; 1997 yılında birçok ulusal ve uluslararası başarı da elde etti…Eskiden, İzmir bölgesinden gelen “Alicante Bouschet” ve “Grenache” üzümlerinden üretiliyor, ancak,  eskimiş beton fıçıların içinde iyi gelişemiyordu.. Aykut Muğla,  artık “Boğa Kanı”nı “C.Sauvignon” üzümünden üretiyor. Yine, önemli markalardan olan “Çiftlik Altını”, Narince’den, “Ankara Altını” ise Syrah veya Merlot’dan, “Kilis Altını” Boğazkere’den geliyor. Ayrıca, yeni şaraplarında belli ölçüde meşe fıçıda olgunlaştırma da yapıyor. Kısaca, modern teknolojiyi kullanılıyor. Sonuçta, şarapların genelinde gözle görülür bir kalite artışı yakalamış..
Hangi şarap derseniz ? 2012 üretimi genelde başarılı. Özellikle, 2012 Boğa Kanı, oldukça güçlü yapısı, siyah kiraz, toprak, sedir ağacı kabuğu aroması ve mineral yapısıyla en iyi A.O.Ç şarabı.. Günümüzde AOÇ, 10 farklı üzüm çeşidinden 7 farklı marka şarap üretiyor.Depolama kapasitesi 110 bin litre olsa da, yılda 30-40 bin litre şarap üretimi yapıyor. Bunun % 80’i  kırmızı, kalanı beyaz.. Köpüren, tatlı ve likör şarap üretimi yok.

Şarap-yemek uyumu..

Geçtiğimiz haftalarda şarap-yemek uyumu üzerine sizlerle bazı bilgileri paylaşmıştım.. Okuyucularımın bir çoğu hangi yemekle hangi şarabı almalıyım ? sorusunu sıklıkla soruyorlar.. Öncelikle şarap yemek uyumunda iki önemli yaklaşım olduğunu belirtelim : karşıt uyum ve tamamlayıcı uyum..
Restoranlarda önce yemek, sonra da ona uygun şarap seçildiğini dikkate alırsak; ilk yaklaşımda yani, “karşıt uyum”da şarap yemeği dengelemeli.. Örneğin, yağlı bir peyniriniz varsa, bu yüksek yağ oranını dengelemek için asitliği yüksek bir şarap seçmeniz yerinde olacaktır..Diğer yaklaşım olan “tamamlayıcı uyum”da ise; şarap, yemeğe karşı aynı tuz ya da baharat gibi davranır. Aromasıyla, asitliğiyle ve de tanenleriyle yemeğe lezzet katar, onu zenginleştirir..Aslında, şarap-yemek uyumunda “kaşıt uyum” ve “tamamlayıcı uyum” birlikte hareket ederler.


Yemeğe göre şarap seçmek..

Uyumu, çeşit bazında örnekler vererek daha anlaşılır hale getirelim. Örneğin, son yıllarda ülkemizde giderek önem kazanan, topraklarımıza iyi adapte olan bir çeşit olan “Shiraz” şarabı ile ne uyum sağlar? sorusunu sorarsanız, size öncelikle “Shiraz”ın yapısını iyi tanımanız gerektiğini söylerim.. Genel karakteri itibarıyla, özellikle baharat, siyah kırmızı meyveler ve mineral yapısıyla dikkat çeken “Shiraz”, dünyada üst düzey örneklerini Fransa “Rhone” vadisinde ve “Avustralya”da veriyor.. Fransa’da “Syrah” adını alan çeşit, yeni dünya ülkelerinde ise “Shiraz” olarak tanınıyor.. Aslında, çeşit karakterini her yerde vurgulasa da, farklı iklimlerde farklı özellikler gösteriyor..Bunda kuşkusuz, şarabı işleme tarzının da önemi var. “Shiraz”, Avustralya, Güney Afrika gibi ülkelerde daha baharatça zengin, füme aromalarca zengin şaraplarıyla karşımıza çıkarken, “Rhone” vadisinin “Hermitage”, “Cornas” gibi önemli bölge şaraplarında özellikle siyah kiraz gibi kırmızı meyve aromaları devreye giriyor.
Shiraz’ın sevdikleri..
Yukarıda belirttiğimiz gibi, farklı tipte “Shiraz” şarapları olsa da, genel anlamda iyi “Shiraz” ile önerilen yiyecekler şunlar :
Geyik eti-av etleri
Barbekü etler
Izgara etler
Sığır etinden yemekler
Sakatatlar (ciğer, böbrek vb.)
Fırınlanmış etler
Keçi peyniri (fazla tuz içermeyen)
Yağlı koyun peynirleri
Hamburgerler
Unutmayalım; tek başına iyi şarap, ya da iyi yemek kavramı geçerli değil. Önemli olan, doğru uyumu birlikte yakalamak..Aynı, insan ilişkilerinde olduğu gibi..

La Reserva: Lefkoşa’da Şarap Evi ..



Geçen hafta Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dekanı, değerli hocam Prof.Dr.Sevinç Yücecan’ın davetlisi olarak gittiğim Kıbrıs’ta Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğrencilerine yönelik  şarap bilimi üzerine bir seminer verdim. Bu arada beni, Lefkoşa’da geçen yıl açılan çok nezih bir şarap evine götürdüler.. Doğrusu, Kuzey Kıbrıs’ta böyle bir şarap evi görmek beni şaşırttı.. 2 000 yılından beri, Kıbrıs’ta şarap ithalatı yapan  Özdal Kerem tarafından 2012 yılında açılan “La Reserva”, Avrupai tarzda dekore edilmiş.. Kimya mühendisi eşiyle birlikte şarap dışında; önemli viskilerden, konyaklara kadar geniş bir içki reyonu oluşturmuşlar.. Ayrıca, kahve, peynir,çay ve puro gibi gurme ürünleri de bulunduruyorlar.. Kıbrıs’ta bir ilki gerçekleştirerek, Türkiye’den birçok önemli üreticinin şarabı yanında, Arjantin’den Şili’ye kadar 17 farklı ülkenin 1800 şarabını müşterilerine sunarak, büyük şehirlerimizde bile pek nadir bulunan, keyifli bir ortam yaratmışlar..Diğer yandan, sempatik mekanda yemek yiyebilir, ya da akşam üzeri gurme ürünler eşliğinde şarap tatma şansı da var.. Lefkoşa’ya yolu düşen şarapsever ve gurmeler için mutlaka ziyaret etmesi gereken bir mekan..

Artık Bağlarda Gözler Uyanıyor..

Artık ülkeye bahar geldi.. Bağlarda gözler uyanıyor.. Birçok dostum  yılın şarapları nasıl olacak ? sorusunu sorsa da,Türkiye’de bu yılın rekoltesi hakkında yorum yapmak için henüz erken.. Yazın iklim koşullarını, özellikle ilkbahar donlarını, toplam sıcaklıkları, yağışları, kısaca iklimin gidişini izlemek gerekiyor..Aslında, geçen yıllarda da Türk şarapları için yıl üzerinden yorum yapmanın zor olduğunu birçok kez vurguladım. Türkiye’de ancak “yılın rekolte”si üzerine çok genel yorum yapılabilir ? Bunun nedeni; bizde Avrupa ve dünyanın ileri şarap ülkelerinde uygulanan bölgesel bir “apelasyon” (adlandırma) sisteminin olmaması ve buna bağlı bir “terroir” (toprak ve iklim) kavramının gelişmemesi.. 2012 yılının Türk şaraplarına gelince; bazı iyi bölgeleri vurgulamak gerekiyor.. Özellikle Denizli-Güney’den 2012 yılında iyi “Syrah” ve “Boğazkere” şarapları çıktı.. Trakya’da  aslında “Syrah”lar 2012 yılı için çok iyi.. Bu konuda, “Pamukkale”, “Sevilen”, “Kavaklıdere” ve “Doluca” gibi üreticiler oluşturdukları bağ alanları ile önemli rekabete girdiler. “Kayra” grubu da bu konuda girişim içinde..

Denizli-Güney Türkiye’nin “Rhone Vadisi” Olacak..

Denizli-Güney ilçesi Türkiye’nin “Rhone Vadisi” olma yolunda ilerliyor..Denizlililer de bu gelişimin farkında.. 2013 Ekim sonunda “Denizli Kimya Mühendisleri Odası” artık gelenekselleştirdiği “2. Ulusal Türkiye Ulusal Bağcılık ve Şarap” sempozyumu düzenliyor.. Benimde bilimsel danışma kurulunda bulunduğum sempozyum hem bölge, hem de ülke için yararlı olacak gibi görünüyor.. Kuşkusuz Türkiye’de artık “apelasyon” uygulamasına geçmenin zamanı geldi.. Bu konuda, bazı sevindirici girişimler var. Doğru uygulama yapıldığı takdirde hem bağ, hem de şarap sektörünün önünü açacak..

Son yılların iyi Türk Şarapları..

Şarapsever dostlarımdan gelen hangi şarabı alalım ? sorusuna doğrudan yanıt vermek pek kolay değil. Benim şaraba yaklaşımım sofra şarabında fiyat-kalite kurgusunu iyi kurmaktan yana.. Türkiye’de henüz büyük şarap düzeyi ve de, yukarıda değindiğimiz “apelasyon” sistemi olmadığına göre bu yaklaşım özellikle bizim için geçerli..Ancak, Türkiye’de fiyat-kaliteye girerseniz bu kez de iyi şarapların her zaman aynı çizgide olmadıklarını görüyorsunuz. Yine de, dostlara bazı öneriler vermek gerek.. İstanbul’da son düzenlediğimiz “Genç Türk Şarapları Yarışmasın”da ipi göğüsleyen “2010 Barbare Elegance” bence çok başarılı örneklerden..Syrah, Grenache, Mourvedre, Cabernet Sauvignon çeşitlerinin oldukça başarılı bir harmanı..”Barbare”ın sahibi Can Topsakal’ı bu güzel şarap için kutlamalı..Ben her zaman, Kavaklıdere Pendore bağlarında “Syrah”nın çok başarılı olduğunu söylüyorum. 2009 şimdiye kadar çıkanların kuşkusuz en iyisi.. Ancak, “2011 Pendore Syrah”ı da çok iyi buluyorum. Daha da gelişecek.. Yine Kavaklıdere’den “2011Cote d’Avanos Narince-Chardonnay”..”Kayra Vintage Öküzgözü 2011” bir diğer başarılı örnekler.. Tabi son yıllarda şarap sektöründe ağırlığını giderek artıran Ankara-Kalecik’teki  “Vinkara”dan da bahsetmek gerek. Özellikle mahzen serisiyle ağırlıklarını hissettiriyorlar. “2009 Vinkara Mahzen Kalecik Karası” çok başarılıydı. 2011 yılı da çok iyi görünüyor.. Bu örnekleri biraz daha artırabiliriz.. Kalanları da sonraki haftalara bırakalım..

Rakı bulamazsanız ayran için..



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından sonra ülkede ayrana olan ilgi arttı.. Ayran, aslında ülkemizde sevilen bir içecek.. İyi bir yaprak dönerin en iyi eşlikçilerinden..Gerçekten Türkçe kökenli olup da, dünya literatürüne giren nadir sözcüklerimizden olan yoğurdun suyla seyreltilmesiyle hazırlanan ayran, sonradan geliştirilen bir içecek.. İçecek diyorum, çünkü Türkçe’de “içki” sözcüğüne, içecekten daha farklı bir anlam yüklemişiz.. Ancak, başbakanın içki sözü medyada çok eleştirilse de yanlış değil.. Biz alkol içeren içecekleri “alkollü içki” ya da “alkollü içecek” olarak ifade ediyoruz..  Yine de, tek başına “içki” kelimesi kullanıldığında halkımız genellikle; “alkollü içecek” anlıyor.. Ben daha çok, Başbakan’ın “milli içki” ifadesine takıldım.. Avusturya arşidüşesiyken ,Fransız sarayına gelin gidip Fransa kraliçesi olan Marie Antoinette (1755-1793); tarihe ünlü “ekmek bulamazsanız pasta yiyin” sözü ile geçti.. Yıllardır, rakıyı milli içki olarak kabul eden halkımız, gün gelir rakı bulamazsa ne yapar ? Gider ayran içer mi ? Kim bilir, sürprizlerden hoşlanan halkımızdan bu da beklenebilir! Benim aklıma; “alkollü ayran” üretimine geçenler bile çıkabilir düşüncesi geliyor! Belki de, “rakı bulamazsanız ayran için” diyenler  çıkar.  O zaman “milli içki” kavramı ne olur ? bilinmez!..

Yoğurt ve Ayran’ın kökeni..    

Ünlü gezgin Marco Polo, Orta Asya Türklerinin ve diğer göçebe kavimlerin sütü ılıtarak, katımsı kıvamda bir gıda ürettiklerini belirtiyor. Yoğurt adı; 8. Yüzyıldan itibaren Türkçe metinlerde görülmeye başlıyor.. Kaşgarlı Mahmut tarafından 11. yüzyılda yazılan ve ilk basılı Türkçe eser olarak da kabul edilen Divânu Lügati't-Türk”te de geçen yoğurt, Orta Asya Türklerinden günümüze taşınan çok değerli bir gıda..Avrupa’nın yoğurtla tanışması Kanuni Sultan Süleyman döneminde Balkanlardaki sancaklara şifalı gıda olarak yoğurdun gönderilmesiyle oluyor.. Hatta, o dönem ıhsal olan Fransa kralına da şifa amacıyla Kanuni tarafından  “yoğurt” gönderildiği rivayet ediliyor.. Sadece Avrupa’ya değil, tarihi komşumuz Çin’e, sonrasında da İran, Hindistan, Mısır gibi ülkelerle yoğurdu biz götürmüşüz. Amerika’ya ise yoğurt sonradan giriyor..1932 yılında Dr.Rosell kendi adına kurduğu enstitüde yoğurt kültürü üretmeye başlıyor..”Yoğurt”;  Kumanca’da “yuğurt” , Nogayca’da “yuvırt”, Kırgızca’da “cuurt” (y- ön sesi Kırgızca’da –c sesine karşılık gelir) olarak geçiyor.
Türkiye dışında, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Lübnan, Bulgaristan ve bazı Balkan ülkelerinde bilinen ayranın ilk kez hangi tarihte üretildiği konusunda bazı farklı görüşler olsa da, yaygın kanı; ilk kez Göktürkler (MS 552-745) tarafından yoğurdun ekşiliğinin giderilmesi amacıyla suyla seyreltilme yapılmasıyla ortaya çıktığı yönünde.. Bu durumda, ayranın  her halükarda bir “milli” tarafı var.. Ancak, başka içkilerinde hakkını yememek lazım..Bu durumda “kımız”a da yazık etmeyelim..

Hangisi Türklerin milli içkisi ?

Kımız; kısrak sütünün fermantasyonu ile elde edilen, Orta Asya’da halihazırda Kırgız, Yakut, Başkırt, Özbek gibi Türk ve Moğol boylarında yaygın olarak tüketilen bir içki..Başlangıcı Hun Türklerine kadar uzanıyor.. Kımız üretiminde süt şekeri, laktik asit bakterileri ve mayalar tarafından, asit, alkol ve karbondioksite dönüştürülüyor..Hatta, daha önce de bu köşede yazdığım gibi İzmir’de çiftliğimiz bile var.. Kımız tam bir Türk içkisi.. İşte size milli içki..
Rakıya gelince; ilk kez Osmanlı topraklarında bugünkü Irak-Kerkük dolayında üretildiği bilinen bir içki.. Nitekim, Suriye ve Lübnan’da “Irak”-“Iraki” ve “Arak” sözcüğü oluşmuş..Ancak, 5. Yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğunda Rakı benzeri bir içki üretildiği de bir gerçek..Ne olursa olsun, biz de rakıya farklı bir kimlik vermişiz.. Türk rakısı, “Ouzo”, “Pastis”, “sambuca”, “Ricard” ve “Cazallo” gibi anasonlu içkilerden çok farklı bir lezzette.. Prosesi ve özellikleri bazı nüanslarla diğerlerinden ayrılıyor. Bu anlamda rakıya da milli içki diyebiliriz.
“Hangisi milli içki” ? sorusunu yanıtlamak ise pek kolay değil.. Doğrusu hiçbirisine haksızlık etmemek lazım.. 

Müzedechanga : Sabancı müzesinde keyifli bir restoran..




Bu hafta, Unilever’in düzenlediği dünyada hızla gelişen  ve önem kazanan“sürdürülebilirlik” konsepti üzerine kurulu bir toplantıya katılmak amacıyla akademisyen meslektaşlarımla, Atlıköşk olarak da bilinen  İstanbul-Emirgan Sakıp Sabancı Müzesine  gittik ve öğle yemeğini müze içindeki “Müzedechanga”da yedik… Eğer resim ve fotoğraf sergilerine ilginiz varsa ve Sabancı müzesine yolunuz düşerse, size düzgün bir yemek mönüsü ve nefis boğaz manzarası sunan bu keyifli restoranı mutlaka denemelisiniz.. Şarap mönüsü, Ankara’daki birçok restoranla kıyaslandığında fena sayılmasa da, İstanbul ölçüsünde daha fazlası beklenmeli.. Modern Türk - Akdeniz olarak nitelenebilecek yemek stilinden örnekler sunan mönüde füzyon tekniği ağırlıklı olarak kullanılmış.. Ahşap ağırlıklı mekân görsel olarak 20. yüzyıl ortası modern akım çizgisi taşıyor.  Kapalı alanı 80 kişiyi ağırlayabilecek kapasitede.  Yazın uygun havalarda açık terasla birlikte 150 kişiye ulaşılıyor…Hafta sonları kahvaltı seçeneği de sunuyorlar.. Restoran müdiresi Gökçen Adalı, işini iyi yapan bir profesyonel.. Servis elemanları temiz ve bakımlı.. 2011 yılında CEE Food Awards’ın Müzedechanga’yı Türkiye’nin En İyi Restoranı seçmesi boşuna değil..

Doluca’nın iddialı şarabı Signium..

Yemekte, orta-az pişmiş bir dana steak ile birlikte “Doluca”nın iddialı şaraplarından 2010 Signium’u denedik. Merlot (% 34)-Shiraz (% 33) ve Öküzgözü (% 33) üzümlerinin harmanı, 14 ay süreyle Fransız ve Amerikan meşe fıçılarında olgunlaştırılan Signum, yüksek dengede kurulmuş bir şarap..Alkol derecesi hacmen % 14.7’ye çıkması önce beni dengesi konusunda düşündürdü.. Ancak, üzümden gelen materyali çok güçlü olmasa da, fıçı çok başarılı kullanılmış ve 2009 yılı üretiminin aşırı meşe vurgusu bu şarapta yapılmamış. Damakta, siyah kiraz, frambuaz, baharat özellikle de karabiber algılanan aromalar. Dana steak ile uyumu da oldukça iyi..Doğrusu denemeye değer bir şarap…

 La Pasión : Bodrum’da İspanyol restoranı..

Artık yazın güzel, sıcak günleri geliyor.. Ankaralı Bodrumseverler için önerilecek restoranlardan biri de, zevkli dekorasyonu ve kaliteli mönüsü ile sıcak bir Latin rüzgarı estiren  La Pasión.. Boğaziçi Üniversitesi mezunu Osman Egeli’nin restoranı; Bodrum Merkez’de Atatürk Caddesi’ni Cumhuriyet Caddesi’ne bağlayan Bodrum’un en eski sokaklarından biri olan Uslu sokakta..2008 yılından beri faaliyette olan restoranın şarap mönüsünü düzenleyen Pınar Eretik, konukseverliği ve zerafetini restorana yansıtmış.. La Pasión, İspanya’nın Catalonia ve Basque bölgesi Tapas Bar’larından esinlenerek Şef Neco’nun muhteşem tapasları ve yemeklerinden oluşturulmuş geniş bir mutfağa sahip...Ağırlıkta Türk ve İspanyol şaraplarından oluşan zengin bir şarap menüsü de mevcut.. Mekan, barıyla birlikte yaklaşık 65 kişiye servis verebilecek kapasitede. Yakınlarındaki “gürültülü” yerlerin aksine son derece sakin bir ortam.. Bodrum’da iyi steak yemek isteyenler için önerilebilecek,  sempatik bir mekan..Servis başarılı, aydınlatma düzeni ve dekorasyon odukça iyi.. Eşiniz ya da sevgilinizle romantik bir yemek yiyebileceğiniz bir yer.. Şarap mönüsü ise Pınar’ın sayesinde oldukça zenginleşmiş…

Ch. Petrus 1996’nın keyfi..

Ben La Pasion’da, az pişmiş bir Steak ile kıymetli dostum Umut Ülkümen’in sunduğu 1996 Petrus’u deneme şansı buldum.. 1996 Bordeaux için çok iyi bir yıl değil..Ancak, şarap bizi şaşırttı.. Bence, Parker bu şarabın geleceğini yeterince iyi görememiş.. 1998 yılında yaptığı 100 üzerinden 93 notunu çok yetersiz buluyorum.. Eminim sonraki yıllarda tatsa daha yüksek bir puanla notlayacaktı..Her zaman büyük ve kompleks şarap insana büyük keyif veriyor. 1996 Petrus, ıslak toprak, mineral, trüf gibi aromaların yanında tütün, çikolata ve olgun kırmızı meyveler de sunuyor.. Hala, ayakta dimdik duruyor. Güçlü, zengin ve kompleks..