Son yıllarda Fransa’da sıklıkla
tartışılan konu : “Michelin” rehberinin Fransa’da büyük şeflerin etkisinde olup
olmadığı ? Nitekim geçen yıl Fransızların ünlü “Le Monde” gazetesinde çıkan bir
yazı da restoranın yoksa şefin mi yıldız almada önemli olduğu tartışıldı..
Hatta, rehberin Ducasse ve Bocusse gibi büyük şeflerle sorun
yaşadığı yönünde yorumlar da yapıldı.. Büyük şefler, rehberin tamamına
katılmıyor. Ancak, yine de “Michelin” rehberi hala önemini koruyor..
Cordon Bleu Türkiye’de..
“Le Cordon Bleu (Mavi Kurdele),
günümüzde dünyanın en önemli gastronomi eğitimi veren mutfak okullarından.. İlk
defa 16. yy’da ortaya çıkan bu mutfak okulu, ilk kez Fransa kralı III.Henri
tarafından kuruluyor ve “Saint-Esprit” Şövalyelerinin sembolü olan mavi
kurdeleyi sembolü olarak taşıyor. Aslında, o dönem şövalyeler Orta Çağ’dan
günümüze uzanan krala iyi ve kaliteli şarap sunan grubu temsil ediyorlar. 1895
yılında Paris’te, “La Cuisinere Cordon Bleu”nün yayımcısı, Marte Distel,
tarafından Paris’te “Le Cordon Bleu-Mutfak Sanatları Okulu” açılıyor.
Sonrasında Fransa’nın önemli şeflerinin çıktığı bir okul haline geliyor. Ancak,
bu okulun ünlenmesi, 1950’li yıllarda Paris’te yaşayan ve hızlı yemek yiyen
Amerikalılara Fransız usulü yemek yemesini öğreten, Amerikalı yazar Julia
Child’ın hayatını konu alan, Meryl Streep’in başrolünü oynadığı, 2009 yılı
yapımı “Julie & Julia”
adlı filme konu olmasıyla başlıyor. Günümüzde 20 ülkede, 40’ı aşkın ülkede, 20 000
öğrenciye hitap eden büyük bir mutfak okulu haline geliyor..
“Cordone Bleue” eğitimlerinde
“temel mutfak”, “orta düzey mutfak”, “üst düzey mutfak” olmak üzere farklı
aşamalar var. Ayrıca, “pastacılık” da farklı bir program.. Kendi içinde “temel
pastacılık”, “orta düzey pastacılık” ve “üstün mutfak” gibi alt programlara
ayrılıyor. Tüm düzeyleri 18 aylık bir süre sonunda tamamlayanlara ise “Le Grand
Diplome de Cordone Bleue” (Cordone Bleu Büyük Diploması) veriliyor.. Özyeğin
Üniversitesi Türkiye’de bir ilke imza atarak bu programı Türkiye’ye getirdi.
Çok da doğru bir hareket.. Avrupa, mutfağını iyi öğrenmek isteyen genç şef
adayları için çok büyük bir fırsat.. Bizim de, üstün mutfağımızı da, uluslararası
okul programı haline getirip, sunmamız gerekmez mi ? Bence, artık Türk mutfağı
üzerine uzmanlaşmış okullu şeflerin zamanı..
Osmanlı’da Ramazan Sofrası
Mutfak kültürümüzün en seçkin
hale geldiği Osmanlılar’da ramazan sofraları özel öneme sahipti. Ramazan
sofraları daima iki aşamalıydı.. Birincisi iftariye adı verilen ilk aşama,
sonrasında da ana yemeklerin alındığı ikinci aşama..Ayrıca, bir de “sahur”
yemekleri.. Aslında, her üç sofranın yemekleri birbirinden farklı yapıdaydı.
Örneğin, “Sahur” sofrasında pilav, makarna ve bunun yanında mutlaka üzüm hoşafı
yer alırdı… Oruç, su ya da zeytinle
açılır, küçük tabaklarda gelen iftariyeliklerle yemeğe devam edilirdi.. Küçük
tabaklarda ve sahanlarda reçeller, peynirler, çiğ sucuklar, yağlı ya da sirkeli
zeytinler ve benzeri yiyeceklerden teker teker alınır, bunların yanında
fırınlardan yeni çıkmış pideler bulunurdu..Ramazan öncesi alınan iftariyeler,
börek ve tatlılar için yapılan yufkalar, kuru yemişler, hoşaflık malzeme,
Ramazan mevsimine göre insanın canının isteyebileceği her şey hazırlanır ve
bakır kaplarda sunuma hazırlanırdı..
Padişahların yemek konusunda
farklı eğilimleri vardı.. Örneğin, Prof.Dr.Süheyl Ünver’in “Fatih Devri
Yemekleri” kitabına göre; Fatih Sultan Mehmet’in “lahana çorbası”, “erişte” ve
“helva” ile arası iyiydi.. Ayrıca,
meyveyi de çok seviyordu.. Ancak, Osmanlı Sarayın’da yemek kültürü en
üst düzeye kuşkusuz Kanuni zamanında ulaştı. Örneğin, kalaylama ilk kez bu
dönemde kullanıldı.. Daha öncesinde bakır kaplar kullanılyordu. Ayrıca, bugün
bile olmayan ekmek çeşitlemesi de Kanuni dönemine ait..Helva her dönemde olduğu
gibi bu dönemin de gözde ürünüydü..
Mutfak kültürü toplumun en temel
yansımalarından, damaklarınızdan lezzet eksik olmasın..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder