25 Temmuz 2011 Pazartesi

Yaz Sıcağında Kalecik Karası

Yaz sıcaklarının gelmesiyle, yeme-içme alışkanlıklarımız da değişmeye başladı. Mevsimin bize sunduğu farklı meyve ve sebzeler yaz mönülerinde önem kazandı. Kışın, daha çok tüketilen yağ ve hububat ağırlıklı mönülerin yerini, bol sıvının tüketildiği, serinletici daha hafif mönüler aldı. Kuşkusuz, beyaz ve pembe şaraplar için yaz önemli bir şans. Ancak, kırmızı şarapların durumu ne olacak? Geçen hafta, Fransa “Bourgogne” bölgesininin önemli butik üreticilerinden arkadaşım Jean Durup ile Ankara’nın önemli restoranlarından birinde yemeğe gittik. Yanımıza da, bana hediye olarak getirdiği oldukça iyi bir 2007 ürünü bir Cote d’Or P. Noir şarabını kaptık… Fransa ve Avrupa’da iyi restoranlarda buşon (mantar) parası vermek kaydıyla, evden getirdiğiniz şarabınızı daima açabilirsiniz. Bizde de bu geleneğin yerleşiyor olması sevindirici.

Restoran’da mönü tamam da, yanına hangi şarabı tattıracağım düşüncesi beni kaygılandırdı. Kolay değil, yanınızda Fransa’nın en önemli gastronomi merkezlerinden biri olan “Dijon”lu, üstelik de şarap üreticisi bir Fransız var. Yemekten de, şaraptan da iyi anlıyor... Ben öncelikle bizim şaraplarımız hakkındaki düşüncelerini merak ediyordum.

Girişte soğuk bir “Kavaklıdere Muscat 2010” ile başladık. Misket üzümünü daha çok sek olarak alma eğiliminde olan bir Fransız için şaşırtıcı, ancak çok iyi bir başlangıç oldu. Yabangülü, kekik, trunçgil aromalarından oluşan ön burun gerçekten etkileyiciydi.. Jean, “Fransa’da olsaydık büyük olasılıkla bir ‘Muscatelle’ denerdik, ama bunu beğendim” dedi. Arkasından bir “Doluca Verano Blush 2010” ile sohbetimizi sürdürdük. “Grenache” üzümünden üretilen, frambuaz ve çilek aromalarının ön burumda yoğun olarak algılandığı, zarif bir şarap... Bu arada, pembe şaraplarla kuşkonmazın mükemmel bir uyum sağladığını belirtmeliyim.

Artık, beni heyecanlandıran kısma, ana mönü ve kırmızı şaraba sıra gelmişti. Ben, Ankara’nın güzide çeşidi “Kalecik Karası”ndan çok bahsetmiştim. Bu nedenle, “2008-Kavaklıdere Prestij Kalecik Karası”nı deneyerek başladık. Bilindiği gibi, bir dönem medyada Kalecik Karası şarabı “aslında çok da büyük çeşit değil” gibi cümlelerle biraz aşağılanmıştı. Ben ise, her zaman “Kalecik Karası’nın çok önemli bir çeşit olduğunu, ancak ‘Cabernet Sauvignon’, ‘Shiraz’ vb. gövdeli çeşitlerin şarabı ile karşılaştırmanın son derece yanlış bir yaklaşım olduğunu” belirtmiştim. Jean da, Fransa’daki diğer dostlarım gibi beni doğruladı. “Kalecik Karası”nı; kırmızı erik, kiraz, frambuaz aromalarından oluşan ön burnu, vanilya, çikolata ve geriden tütün algılatan damağıyla çok beğendi. Hatta, özellikle yapısıyla P.Noir ile de çağrışım yaptığını belirtti. Bu arada, önce bir makarna, sonrasında steak ile mönüyü sürdürdük. Uyum oldukça iyiydi.

Peynir tabağıyla da P.Noir’ı denedik. Kuşkusuz P.Noir çok zarif bir çeşit. Jean; hemen “Yaz akşamlarında, fazla düşünme P.Noir her zaman doğru tercih” dedi ve ekledi; ancak, ‘Kalecik Karası’ da çok ilginç ve aromatik yapısıyla yaza çok uygun. Neden bu şarabı Avrupa’da tanımıyoruz?” sorusunu sordu. Ankara’nın “Kalecik Karası”yla bir kez daha gurur duydum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder