8 Haziran 2012 Cuma

Ankara'da Kuzey İtalya Mutfağı..




Ankara’da Göl Manzaralı Hotel..


Gecen hafta arkadaşım ve öğrencim Alper Karakaya’nın önerisiyle,  Gölbaşında bu  Mayıs başında göle sıfır inşa edilen, Ankara’dan gelirken Vilayetler evinden hemen önce yer alan, Kronos Otel’e gittik.. 20 000 metrekare üzerinde kurulan, 40 yatak kapasiteli otel binası ve yelkenli tarzındaki mimari yapısıyla ferah, iç açıcı bir görünüme sahip...Deniz özleyen Ankaralılar için görülmeye değer bir mekan..

Lucera Restaurant’da Kuzey İtalya Mutfağı..


Öğle yemeğini ise, işletmenin içinde yer alan, ancak işletme müdürü Orhan Sarıtaş tarafından özenle Otel’den ayrı bir mekan olarak değerlendirilen “Lucera Restaurant”da yedik..Önce biraz yadırgasam da, benim için Gölbaşın’da bir otelin içinde, özellikle de spesifik bir mutfağı yansıtan, konsept restaurant bulmak ilginçti doğrusu..Artık, Akdeniz mutfağı gibi geniş, bir şey ifade etmeyen tanımlamaları aşmalıyız.. Özellikle, Kuzey İtalya tipi ravioli, kuzu sırtı ve dana pirzola oldukça lezzetli hazırlanmış.. Şarap mönüleri de Ankara’daki pek çok restaurant’dan daha zengin.. Kuzu sırtıyla, Kavaklıdere Pendore Syrah 2009’u denedik.. Benim, Türkiye’de en beğendiğim “Shiraz (Syrah)” örneklerinden biri olan “Pendore Syrah 2009” kuzu sırtıyla çok iyi evleniyor..Özellikle, 2009 yılı çok başarılı..Baharat ve siyah kiraz aromaları net olarak algılanıyor.. Bulabilirseniz, mahzeninize atmanızı öneririm… “Lucera”da servis ve temizlik de çok başarılı..Ekibin çoğunun, Ankara Sheraton Otel’den gelmiş olması fark yaratıyor..

Riesling’de petrol kokusu..


Geçen hafta, Istanbul-Etiler’de yeni açılan dünyanın önemli zincir otellerinden “Le Meridien” otel’de  “Şarap Dostları Derneği”nin gala yemeğine katıldım... “Le Meridien” daha çok Kuzey Avrupa tarzı sade bir mimari tasarımla inşa edilmiş..Odalar, ferah, kullanışlı ve sade..Genç şefleri Tarkan Özdemir, hem Avrupa mutfağını hem de Uzakdoğu mutfağına hakim, çok başarılı, yaratıcı bir genç şef..İnanıyorum ki,yakında adını bütün Türkiye duyacak..Yemekte aldığımız en ilginç işaraplardan biri 2006 Penfold’sRiesling şarabıydı… Tipik petrol kokusu etkileyiciydi.. Hatta bazı dostlar, aldıkları kokudan emin olamayıp, kadehlerini alıp yanıma geldiler.. Ben de, terpenlerden gelen bu konunun olgunlaşmış, özellikle yeni dünya Riesling şarapları için çok tipik olduğunu belirttim.. Evet, genç Alman sek “Riesling”leri beyaz bahar çiçekleri kokusu verirken, yıllanan şaraplar ise; tropik meyve kokuları yanında asfalt, petrol ve çakmak taşı kokuları veriyor..Sakın olumsuz olarak ele almayın.. Riesling’in kalite göstergelerinden..

Şaraba su katmak..


Akşam kütüphanemi karıştırırken, elime Jean Robert Pitte’nin “Şarap ve Din” kitabı geçti..Kitabı okurken, ilginç bir kısım dikkatimi çekti ve sizlerle paylaşmak istedim..Günümüzde şaraba su katılması takdir edilen bir eylem değil.. Hatta, bunu bir nevi görgüsüzlük ve bilgisizlik olarak kabul ederler..Ben de, geçenlerde Avusturya’da yaşadığı dönemde, şaraba su katma geleneğini edinen bir arkadaşımla biraz dalga geçmiştim.. Ancak kitaptan; tarihte bunun böyle olmadığını, şaraba su katımın zenginler ve soylular arasında moda olduğunu öğrendim. Şaraba su kattığı için yıllarca alay konusu olan Napoléon’un aslında, bu geleneği Fransa kralı XIV. Louis’den kaptığı da belirtiliyor..Hatta, şaraba buz koymak, büyük bir incelik olarak ele alınıyor.. Katıksız şarap içme geleneği ise 17. yy’da Şampanya ile başlıyor.. Kırmızı şarapta ise ancak 19. Yüzyılda gelenekselleşiyor..Hatta, 1950’li yıllarda bile birçok Fransız şarabına su katıyor.. Nitekim, bu gelenek günümüzde rahipler arasında da sürdürülüyor.. Ancak, bana kalırsa,siz yine de şarabın güzelliğini su ile bozmayın..Çünkü, şarap her şeyden önce bir denge..Denge bozulunca, her şey bozuluyor..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder