13 Eylül 2013 Cuma

Michelin Rehberi Büyük Şeflerin Etkisinde mi ?


Son yıllarda Fransa’da sıklıkla tartışılan konu : “Michelin” rehberinin Fransa’da büyük şeflerin etkisinde olup olmadığı ? Nitekim geçen yıl Fransızların ünlü “Le Monde” gazetesinde çıkan bir yazı da restoranın yoksa şefin mi yıldız almada önemli olduğu tartışıldı.. Hatta, rehberin Ducasse ve Bocusse gibi büyük şeflerle sorun yaşadığı yönünde yorumlar da yapıldı.. Büyük şefler, rehberin tamamına katılmıyor. Ancak, yine de “Michelin” rehberi hala önemini koruyor..

 Cordon Bleu Türkiye’de..

“Le Cordon Bleu (Mavi Kurdele), günümüzde dünyanın en önemli gastronomi eğitimi veren mutfak okullarından.. İlk defa 16. yy’da ortaya çıkan bu mutfak okulu, ilk kez Fransa kralı III.Henri tarafından kuruluyor ve “Saint-Esprit” Şövalyelerinin sembolü olan mavi kurdeleyi sembolü olarak taşıyor. Aslında, o dönem şövalyeler Orta Çağ’dan günümüze uzanan krala iyi ve kaliteli şarap sunan grubu temsil ediyorlar. 1895 yılında Paris’te, “La Cuisinere Cordon Bleu”nün yayımcısı, Marte Distel, tarafından Paris’te “Le Cordon Bleu-Mutfak Sanatları Okulu” açılıyor. Sonrasında Fransa’nın önemli şeflerinin çıktığı bir okul haline geliyor. Ancak, bu okulun ünlenmesi, 1950’li yıllarda Paris’te yaşayan ve hızlı yemek yiyen Amerikalılara Fransız usulü yemek yemesini öğreten, Amerikalı yazar Julia Child’ın hayatını konu alan, Meryl Streep’in başrolünü oynadığı, 2009 yılı yapımı  “Julie & Julia”  adlı filme konu olmasıyla başlıyor.  Günümüzde 20 ülkede, 40’ı aşkın ülkede, 20 000 öğrenciye hitap eden büyük bir mutfak okulu haline geliyor..
“Cordone Bleue” eğitimlerinde “temel mutfak”, “orta düzey mutfak”, “üst düzey mutfak” olmak üzere farklı aşamalar var. Ayrıca, “pastacılık” da farklı bir program.. Kendi içinde “temel pastacılık”, “orta düzey pastacılık” ve “üstün mutfak” gibi alt programlara ayrılıyor. Tüm düzeyleri 18 aylık bir süre sonunda tamamlayanlara ise “Le Grand Diplome de Cordone Bleue” (Cordone Bleu Büyük Diploması) veriliyor.. Özyeğin Üniversitesi Türkiye’de bir ilke imza atarak bu programı Türkiye’ye getirdi. Çok da doğru bir hareket.. Avrupa, mutfağını iyi öğrenmek isteyen genç şef adayları için çok büyük bir fırsat.. Bizim de, üstün mutfağımızı da, uluslararası okul programı haline getirip, sunmamız gerekmez mi ? Bence, artık Türk mutfağı üzerine uzmanlaşmış okullu şeflerin zamanı..

Osmanlı’da Ramazan Sofrası

Mutfak kültürümüzün en seçkin hale geldiği Osmanlılar’da ramazan sofraları özel öneme sahipti. Ramazan sofraları daima iki aşamalıydı.. Birincisi iftariye adı verilen ilk aşama, sonrasında da ana yemeklerin alındığı ikinci aşama..Ayrıca, bir de “sahur” yemekleri.. Aslında, her üç sofranın yemekleri birbirinden farklı yapıdaydı. Örneğin, “Sahur” sofrasında pilav, makarna ve bunun yanında mutlaka üzüm hoşafı yer alırdı…  Oruç, su ya da zeytinle açılır, küçük tabaklarda gelen iftariyeliklerle yemeğe devam edilirdi.. Küçük tabaklarda ve sahanlarda reçeller, peynirler, çiğ sucuklar, yağlı ya da sirkeli zeytinler ve benzeri yiyeceklerden teker teker alınır, bunların yanında fırınlardan yeni çıkmış pideler bulunurdu..Ramazan öncesi alınan iftariyeler, börek ve tatlılar için yapılan yufkalar, kuru yemişler, hoşaflık malzeme, Ramazan mevsimine göre insanın canının isteyebileceği her şey hazırlanır ve bakır kaplarda sunuma hazırlanırdı..
Padişahların yemek konusunda farklı eğilimleri vardı.. Örneğin, Prof.Dr.Süheyl Ünver’in “Fatih Devri Yemekleri” kitabına göre; Fatih Sultan Mehmet’in “lahana çorbası”, “erişte” ve “helva” ile arası iyiydi.. Ayrıca,  meyveyi de çok seviyordu.. Ancak, Osmanlı Sarayın’da yemek kültürü en üst düzeye kuşkusuz Kanuni zamanında ulaştı. Örneğin, kalaylama ilk kez bu dönemde kullanıldı.. Daha öncesinde bakır kaplar kullanılyordu. Ayrıca, bugün bile olmayan ekmek çeşitlemesi de Kanuni dönemine ait..Helva her dönemde olduğu gibi bu dönemin de gözde ürünüydü..

Mutfak kültürü toplumun en temel yansımalarından, damaklarınızdan lezzet eksik olmasın.. 

Tekirdağ’da Türk-Macar Dostluğu

Tekirdağ’da Türk-Macar Dostluğu

Geçen ay, 24 Mayıs’ta Tekirdağ’da düzenlenen Kiraz Festivali kapsamında “Türk-Macar Dostluk derneği” Başkanı Güneş Görselen’in davetiyle Racozci müzesinde yapılan törene ve sonrasında düzenlenen resepsiyona katıldım.. Macaristan Askeri Bandosu, atlı süvariler ve folklor gösterisi ve sahil boyundaki geçit resmi tek kelimeyle mükemmeldi. Türkiye’nin Macar büyükelçisi gerçek bir Türk dostu.. Aynı zamanda bir tarih uzmanı ve “Macar Generalleri Osmanlı Hizmetinde” adlı kitabın yazarlarından olan Büyük Elçi Janos Hovari Türk-Macar dostluğunun tarihsel perspektifle, Racozci müzesi önünde çok iyi özetledi.. Aynı zamanda, “Türk-Macar Dostluk Derneği”nin 10. yıl kutlaması çerçevesinde benimde katıldığım, program dışı, Macaristan Bağ ve Şaraplarını tanıtıcı bir seminer gerçekleşti. Ben de bu konunun bilimsel yanını ve Türkiye Bağlarının ve şaraplarının özelliklerini katılımcılarla paylaştım.. Tekirdağ’a yolunuz düşerse mutlaka Racozci müzesini ziyaret etmelisiniz..

Macar Bağımsızlık Önderi..

Aslında benim Macar bağımsızlık hareketinin önderi, Erdel Prensi II. Racozci Ferench’i (1704-1711) tanımam bundan iki yıl öncesinde, Macaristan’ın ünlü bağ ve şarap bölgesi “Tokaj”a yaptığım ziyarete uzanıyor.. O zaman, Racozci şatosunu da ziyaret etme şansını da bulmuştum.. Racozci’nin bağımsızlık mücadelesi 1700 yılında Avusturya-Habsburg hanedanına karşı başlıyor.. Ancak, Avusturya istihbarat teşkilatı onu yakalayıp hapse atıyor.. Bir yolunu bulup, hapisten kaçan Racozci,  Polonya’ya sığınıyor.. İspanya Veraset savaşları nedeniyle, Avusturya ordusu Macaristan’dan çekilince, yeniden Macaristan’a dönüyor ve 1703’te yeniden bağımsızlık savaşını başlatıp, Erdel prensi unvanını alıyor.. Ancak, 1708’de Trencin savaşında Macar’lar Avusturya karşısında yeniliyor ve Racozci yeniden Polonya’ya geçiyor. 1711’de Avusturya’ya ile barış yapılıp, Macar bağımsızlık hareketi bir süre rafa kalkıyor.. Ancak, Racozci’nin bağımsızlık hedefi hiç bitmiyor..

Tekirdağ’lı Racozci..

Bir süre Polonya, Fransa ve İngiltere’de yaşayan prens, 1715 yılında Osmanlı Devleti’nin davetiyle, diğer Macar mültecilerle birlikte Tekirdağ’a yerleştiriliyor.. İşin asıl hikayesi ise;  dönemin padişahı III.Ahmet’in, II. Racozci’yi Erdel-Macaristan kralı yaparak, Venedik-Avusturya ittifakına karşı daha güçlü olmak istemesi.. Ancak, Kırım’dan yardım gelmeyince, Ekim-1717’de Belgrad düşer.. Neyse ki İspanyol tehdidiyle Avusturya savaşı durdurur.. 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması ile savaş durur. Macar mültecilerinin güvenliği güvence altına alınır..Racozci,  1735’e kadar Tekirdağ’da yaşar ve orada ölür.. Naaşı Istanbul’da Saint Benoit lisesi şapeline yerleştirilir. 1906’da da günümüzdeki Slovakya sınırlarındaki Kosice’deki katedrale taşınır.. 

Festival’de gulaş tattık..

Macar yemeği denildiğinde bizim öncelikle aklımıza gulaş geliyor..Macarlar, anlamının “sığır güden çoban” olduğunu söylüyorlar ve çobanların  9. yy’dan beri bilindiğini belirtiyorlar. Bizim bazı kaynaklarda ise; gulaş’ın aslında bizden Macarlara geçtiği ve Osmanlı’da Yeniçeri’lere dağıtılan “kul-aşı”nın zamanla “gulaş”a dönüştüğünü söylüyor.. Kökeni ne olursa olsun, günümüzde “gulaş” Macarların baş yemeklerinden..Ancak, “gulaş”ta, zaman içinde gelişmiş.. 18. yüzyıldan sonra “kırmızı biber”de vazgeçilmez baharatlardan biri olarak tencere içine girmiş..”Klasik tencere gulaş”ında sığır eti veya domuz eti kullanılıyor. Önce, parça etler yağda kızartılıyor. Tamamlayıcı olarak, patates, domates, kimyon, yeşil biber, sarımsak katılabiliyor. Bizim usulde, domates salçası ve defne yaprağı da katılabiliyor..Daha sulu, çorba formunda ya da daha katı olabiliyor..


Budapeşte’ye yolunuz düşerse..


Tabi Macaristan’da sadece “gulaş” yok.. Ben’de size geçen yılki Budapeste gastronomi notlarımı çıkardım. Öncelikle Budapeşte’de ilk önerilecek restaurant “Gundel”..1992’den beri faaliyet gösteren bu restaurant, klasik Macar yemeklerini modern bir çizgi ile sunuyor..İkinci önerim ise “Onyx”.. Gerçekten çok lezzetli ve zarif bir sunum..Bir diğer önemli restaurant, yine Budapeste’deki “Menza”..Fiyat aralığı daha makul.. ancak, temiz ve lezzetli…

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Mutfak kültürü ve şarap üzerine..

Gastronomi dünyası çok zengin.. Her zaman, iyinin düşmanı daha iyisi… Bizde, içki satışı, reklamı üzerine kısıtlayıcı kurallar konuladursun, Avrupa mutfak kültüründe şarap bir içkiden çok tuz, karabiber gibi bir yemek  çeşnisi, daha doğrusu eşlikçisi .. Avrupa ve ABD’deki büyük restoranların şarap mönüleri kitap kalınlığında.. Çünkü, mutfakta yemekteki lezzet kadar, onunla uyum sağlayacak şarap, servis kalitesi ve estetiği, sofra düzeni ve adabı gibi kurallar da en az onun kadar önemli.. Avrupa’nın Fransız, İtalyan gibi dev klasik mutfakları var.. Büyük mutfaklar olarak kabul edilen Hint ve Çin mutfağı da ayrı bir dünya.. Bizim de büyük mutfağımız var.. Ama dünya ölçeğine çıkardığımız şeflerimiz son derece kısıtlı.. Aynı sanatçılarımız gibi.. Mehmet Gürs ve Murat Bozok gibi iki değerli şefimizi bir tarafa bırakırsak, mutfağımızı ve şeflerimizi dünyayla yeterince buluşturamamışız. Bu kadar zengin kültüre ve Istanbul gibi bir dünya şehrine sahip olmamıza karşın.. Halbuki Avrupa’lı restoranlarını ve şeflerini Michlen ile yıldızlayıp, parlatmış ve dünya ölçütüne taşımış.. Ayran eşliğinde aldığımız yerel mutfağımız tabi ki çok özel.. Hangimiz ekmek  arası döner, köfte ve kokoreçi sevmeyiz ?. Ancak, Osmanlı yemek kültürünü arkasına alan büyük ve zengin mutfağımız, özellikle Tanzimatla birlikte Batı mutfağından da etkilenmiş.. Sonuçta, ortaya bugünkü, yansıtamadığımız zenginliğimiz çıkmış.. Dünya ise mutfağını markalaştırmış.. Hatta, İngilizler ve Fransızlar Çin, Vietnam, Hint, Japon ve daha birçok mutfağı da markalaştırmışlar.. Biz ise dünya arenasında birkaç iyi restoran dışında çok kısıtlı kalmış, daha çok döner ve şiş kebapla tanınır olmuşuz.. Avrupalı ise şeflerini ve restoranlarını markalar yaratarak dünyaya ulaştırmış..   

Dünyanın büyük şefleri..

Büyük şefler kimlerdir ? En iyi nerede yenir ? sorusu tarih boyunca sorulmuş.. Kuşkusuz bunun yanıtı kolay değil.. Subjektif tarafı da var..Yemek zevki, kişiye, kültüre, cinsiyete ve yaşa göre değişir. Ancak, dünyada kendini tanıtmış büyük şef olarak kabul edilen şefler ve restoranları var..Ben de büyük şeflerden bazılarını ve restoranlarını sizlerle paylaşmak istedim.. Dünyaya kendini kanıtlamış büyük şefler olarak; Alain Ducasse, Anne-Sophie-PIC, Ferran Adria, Gaston le Notre, Guy Martin ve Paul Bocus’u sayabiliriz.. Kuşkusuz bu listeye daha başkalarını da ekleyebiliriz.  Dünyanın yaşayan en büyük şefi olan Alain Ducasse’tan size bahsetmiştim. Biliyorsunuz şefler dünyası daha çok erkeklerden oluşur.. Ancak, araya çok başarılı, genç bir Fransız kadın girmiş : Anne-Sophie Pic..

En büyük kadın şef : Anne-Sophie Pic

Fransa’nın Rhone-Alp’leri departmanına bağlı Valence (Drome)’da 1969 yılında doğan Anne-Sophie, deden, sonra da babadan kalan kültürün üçüncü kuşak  temsilcisi.. Fransa’da Michlen üç yıldızı alan ilk kadın şef, yemek danışmanı.. 2007 yılında dünyanın en iyi şefi seçilmiş.. Aynı yıl restoranı Fransızların Le Figaro gazetesi tarafından Fransa’nın en iyi 20 restoranı arasına girmiş..1889 yılında açılan,  Fransa’nın  güneyindeki Valence’da bulunan “PIC Restaurant, 120 yıllık bir geçmişe sahip..Aynı zamanda Anne-Sophie bir mutfak okulu kurmuş, yemek sanatını öğrenmek isteyenlere “PIC Ecole”de dersler veriyor. Avrupalı birçok mutfak yazarı 44 yaşındaki bu güçlü kadın şefi Fransız mutfağının sihirbazı olarak niteliyor.. Tabi başarı başarıyı getiriyor ve 2009 yılında İsviçre- Lozan’da “Beau-Rivage Palace Hotel’in içinde  ikinci restoranını açıyor ve bu restoran da Michlen iki yıldız alıyor..2012 yılında ise artık “La Dame de Pic” restoranla Avrupa gastronomisinin en önemli merkezlerinden Paris’e geçiyor. Anne Sophie’nin genç yaşına karşın önemli ödüllerin sahibi.. Ünlü şampanya evi Veuve Clicquot  onu “Dünyanın En Büyük Kadın Şefi” ödülüne, İngilizlerin ünlü gastronomi dergisi “Restaurant” ise “Pic Restaurant”ı dünyanın en iyi 50 restoranı arasına sokmuş.. Bu başarılar ona 2011 yılında Fransızların Devlet nişanı olan “Legion d’Honneur”ü kazandırmış..

Yemek kadın işi mi ? erkek işi mi ?

Bizde de çok başarılı kadın şefler var.. Anadolu mutfağı ustası Hülya Erol, Londra’da yaşayan, “The Quince” şefi babası Türk, annesi Bulgar  Sylvena Row, New York’ta kendini kanıtlayan  Nilüfer Goodson gastronomi konusunda kariyer yapmak isten genç kadınlara örnek olacak şefler...Aslında, evde yemeği çoğunlukla kadın yapıyor. Ancak neden şeflerin çoğunluğu erkek ? sorusu hep sorulan bir soru.. Bu sorunun erkek şefler tarafından verilen yanıtı ; “mutfakta  şef olarak çalışmanın çok ağır ve güç gerektiren bir iş olduğu ve bu nedenle şeflerin çoğunlukla erkek olduğu yönünde”.. Tabi kadın şefler bu açıklamayı pek kabul etmeyip, “ekek hegemonyası” cümlesiyle yanıtlıyorlar. Bana göre, işi özü cinsiyetten çok sanatsal bakış, deneyim, yetenek, güç ve disiplin...Umarız, Türk mutfağını ve şeflerini dünya ileride, Türk mutfağının farklı yönleriyle daha çok tanıyacak..





Kadehin Kralı : Claus Riedel


Her işin bir büyük ustası var.. Kadehin de kralı, dizayn ettiği farklı tip kadehlerle kadehi dünyaya sevdiren Bohemya’lı bir aileden gelen Claus Riedel.. Onu diğerlerinden farklı ve özel kılan da 1961 yılında her bir üzüm çeşidi için ürettiği farklı dizayn kadehler..Sonradan, diğer üreticiler de onu izlese, onun tahtına henüz oturan yok.. Hala kadeh dünyası onun peşinde..

Uçak camından kadehe..

Bohemya’lı  bir aile olan Riedel’lerin öyküsü 1756 yılında başlar.. Cam yapım teknolojisinde üst noktaya ulaşan Riedel ailesi II. Dünya savaşında, savaş uçaklarının camlarını üretir..Çekoslovakya’ya komünist rejim gelince cam fabrikaları kamulaştırılır.. Bunun üzerine Claus Joseph Riedel çareyi Avusturya’ya kaçmakta bulur.. Babası Walter Riedel ile birlikte 1956 yılında Tyrol’de bir  fabrika satın alırlar.. Genç, Claus Joseph aynı zamanda bir şarap tutkunudur..Kristal sanatında kısa zamanda devleşir ve zamanla renkli, dekoratif cam sanatından uzaklaşıp kadeh dizaynına geçer. Farklı tipte şaraplar için kadeh dizayn etme fikri ona bir aile yemeğinde gelir..Aynı şarabın, farklı kadehlerde, farklı algılandığının farkına varan Riedel 1961 yılında yakınlarına şöyle der : “Biçimi işlev belirler”.. Sonraki yıllar, Riedel’in kadehin kralı olduğu yıllar..1973 yılında çıkardığı “sommelier” serisi ile bir anda şarap dünyasında zirveye çıkar..

Riedel’in sırrı..

Riedel’in felsefesinde her bir bölge ve çeşidin şarabı farklı bir kadehte değer bulur.. Aslında, her bir kadehin biçimi, hacmi, derinliği sıvının damaktaki doğru noktalara akışına göre tasarlanır. Dolayısıyla, amaç maksimum lezzeti yansıtmak üzerine kurulmuştur.. Doğrusu, sadece şarap için değil, bütün aromatik sıvılar için bu durum geçerlidir.. Farklı kokuların valsinde denge önemlidir.. Aroma bileşenleri arasındaki denge, aynı çok sesli müzik yapan büyük bir orkestranı ahengi gibidir.. Stadyumda sesler dağılır.. Dar bir odada ise duvara çarpar.. Bunun farkına varan Riedel, fizik kurallarıyla cam sanatını birleştirir. Kadehin biçimi de, sıvının dilde farklı noktalarla buluşmasını sağlar.. Hacim ise; oksijenle sıvının az ya da çok buluşmasını, dolayısıyla farklı aromaların ortaya çıkışını tetikler.. Çünkü, bazı aromalar açınlanmak için oksijene gereksinim duyarlar.. İşte size Riedel’in sırrı..Ben de kıymetli dostum, Riedel’in temsilcisi Seyit Karagözoğlu ile birlikte 2005 yılında Avusturya’da Riedel fabrikasına gidip Claus Riedel’le tanışıp, kadehlerinin sırrını öğrenme şansı bulmuştum.. Bugün oğlu Georg Riedel de aynı felsefe ile çalışıyor.. Unutmayalım, kadeh içindeki sıvının lezzetini bize yansıtan bir müzik enstrümanı ..İyi kadeh de, iyi enstrüman gibi..

Makarnanın kökeni..

Makarna denildiğinde kuşkusuz önce akla İtalyanlar gelir...İtalya’da makarna aslında “pasta” kavramı içinde yer alır ve makarna sözcüğü İtalyanca “hamura dönüştürmek” anlamındaki “maccarruni”den gelir..Her ne kadar dünyada makarna İtalyanlarla özdeşleşmişse de, bir iddiaya göre İtalya’ya 1295 yılında ünlü gezgin Marco Polo (1254-1324) tarafından Çin’den getirildiği söylenir. Ancak, Çinliler şehriyeyi bilseler de, makarnalık sert buğday olan “durum” buğdayını o dönem bilmezler.. Diğer bir iddia ise Araplar tarafından “erişte” olarak 9. Yüzyılda İtalya’ya geldiği yönündedir. Sonrasında da, güney İtalya ve Sicilya’da değişime uğrayarak bugünkü formunu almıştır..Ancak, bazı mutfak araştırmacıları “lasanya” adının eski Yunan ve Roma mutfağında da geçtiğini savunmaktalar..Hatta, “erişte” kelimesinin önce Araplara, sonra da bize Frasça “iplik” anlamına gelen “riste” sözcüğünden geçtiğini söyleyenler de var.. Hangisi doğru olursa olsun, lezzetli makarnanın keyfi bir başka doğrusu.. Kökeni ne olursa olsun, İtalyanlarında bu işin ustası oldukları kesin..   

İçki Yasağı Bira Sektörünü Vurdu..


Her ne kadar hükümet düzenleme de dese, maalesef içki yasağı ile karşı karşıyayız.. Türk bira sektörünün devi, uluslar arası bir boyuta ulaşarak, Türkiye’yi dünyada boyutunda temsil eden Anadolu Efes’in hisseleri şimdiden % 7.9 geriledi. Tuborg hisseleri de % 2’ye yakın değer kaybetti.. Bu durum kuşkusuz diğer üreticileri de etkileyecek.. Peki bu durum Türkiye’ye ne kazandırıyor ? Türkiye’den çıkıp, önce iç pazarda sonra da dünyaya kendini kanıtlayan bira sektörüne yazık olacak.. Bugün Anadolu Efes bir içki devi.. Dünyanın en büyük bira üreticileri arasında.. Rusya’dan Kazakistan’a kadar her yerde var.. Doğu Avrupa ve dünyaya hükmediyor.. Türkiye gibi laik ve Müslüman bir ülkeden çıkıp bu başarıya ulaşmak kolay değil..

Vur deyince öldürmemeli..

 Bazıları, Amerika’da, hatta Avrupa’da da bu tip kısıtlamalar var.. Sizler buna niye tepki gösteriyorsunuz ? diyorlar.. Son derece yanlış.. Bizdeki yasa teşvik ve özendirmeyi yasaklıyor.. Nedir teşvik ve özendirme ? çok geniş, nerede başlayıp, nerede bittiği bilinmeyen bir ifade.. İsterseniz, her şeyi bunun içine alırsınız!..Ayrıca, reklam yasağı getiriyorsunuz. Nerede var bu tarz düzenleme ? Örneğin, içki düzenlemesi olduğu söylenen ABD’de popüler şarap üzerine çıkan birçok dergi var.. Her birinde şarap ve ekipmanları üzerine birçok reklam var.. Yazarları da beğendikleri şarapları övüyorlar.. Avrupa’da ise bu durum çok daha yaygın.. Fransa’da, İtalya’da, Almanya’da sen niye reklam yapıyorsun ? Yoksa içkiyi özendiriyor musun ? diyenler çıkar mı ? Bu durumda yüksek tirajlı “Wine Spectator” gibi dergilerin kapatılması gerekmez mi ? Geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi diğer ülkelerde de tarih sürecinde bazı yasaklar geldi.. Ancak, bundan geri döndüler.. Günümüzdeki düzenlemeler ise tamamen trafik ve alkolizme karşı önlem kapsamında.. Örneğin ABD’de bazı içki etiketlerinde “ölçülü tüketin” tarzı uyarılar var.. Bu da çok doğal.. Bizde de bu tarz uyarılar olmalı.. Buna kimsenin itirazı olmaz.. Yine, 18 yaşından küçüklere satışının yasaklanması da olması gereken, doğru bir uygulama.. Trafikteki denetlemeler ve cezai yaptırımlara da katılmamak mümkün değil… Ancak, vur deyince de, öldürmemeli..    Kaldı ki, bizde Avrupa’nın bazı ülkelerinde olduğu alkolizm sorunu yok.. Kişi başı yılda 1.5 litre içki tüketimi olan bir ülkede bu sorun olmaz.. Yukarıda, belirtilen düzenlemelerle münferit olayların önüne geçilir.. O halde, yasağa gerek var mı ?

Turizm sektörünü etkilemez mi ?

Bacasız endüstri olarak bilinen içki sektörünün Türkiye için önemini vurgulamaya gerek yok.. Bu yeni düzenlemeler kuşkusuz bu sektörü ve Türkiye’nin dış imajını da etkileyecek.. Bodrum’da veya Antalya’da saat 22 00’den sonra bira içmek isteyen İngiliz, Alman, Hollandalı turistlere bu saatte satış yok denilecek.. Hiç olmazsa, uygulama için yönetmelikler çıkartıp, bazı istisnalar oluşturmak gerekmez mi ?  Turist Türkiye’ye; hem doğal ve tarihi güzellikleri hem de, bu ülkede rahat, kendini ülkesinde gibi hissettiği için geliyor.. Nitekim İngiliz “Daily Telegraph” gazetesi Türkiye’deki bu düzenlemelere geniş yer ayırdı..”Türkiye alkol ve içki satışı ve reklamına sınırlama getiriyor” başlığını attı.. Yazıda, her yıl 2.5 milyonu İngiliz, 30 milyon turistin ziyaret ettiği ülkenin turizm geleceğini sorguladı.. Bu konuda sektörün endişeleri şimdiden arttı.. Umarım, bu konuda yeni düzenlemeler, yönetmelikler oluşur.

Gastronomi Dünyasında Yenilikler…


Geçen hafta iki kıymetli dostumun yeni piyasaya çıkardığı yapıtları imzalı olarak aldım. Bunlardan ilki Prof.Dr. Neşe Yalabıyık hocanın çıkardığı “Yaşamdan Gurme Pencereler”..Neşe hoca, farklı yörelere ait yemekleri önce kendi uygulayıp, sonrasında da bizlerle paylaşmış. Keyifle okunacak zevkli bir kitap..Diğeri ise; Prof.Dr.Mehmet Ömür’ün Paris’i ziyaret edecek gastronomi meraklıları için çıkardığı “PARİS-Keyifle Yemek Yiyeceğiniz 100 Lezzet Durağı”.. Mehmet hoca, Paris’teki en iyi yemek yenilecek restoranları bölgelerine göre sırayla bizlere aktarmış.. Kolay, anlaşılır ve çok yararlı bir rehber olmuş.. Damağına düşkün dostlarıma öneriyorum. İki değerli hocamızı da bu güzel yapıtlar için kutluyorum.

12 Mayıs 2013 Pazar

Ankara’da Farklı Bir Balık Restoranı : Kalinos




Ankara’da balık ve deniz ürünleri üzerine kurulu mekanlar giderek zenginleşiyor..Bunlardan birisi de “Kalinos”.. Yıldız-Hilal mahallesindeki bu sempatik mekan, balık çeşitlemesi ve servisiyle oldukça keyif veriyor..110 kişilik kapalı mekan, ön ve arka bahçelerle 150 kişiye ulaşıyor.  Balık ve meze taze ve iyi..Fiyatları da oldukça makul.. Ancak sorun sigara.. Bu işi Türkiye’de henüz çözemedik.. Kışın kapalı mekanda buna izin vermemek gerek..Yeni moda, bir tarafı sigaralı, bir tarafı sigarasız mekan yapmak.. Ancak, hava sirkülasyonu iyi değilse bu pek de geçerli bir çözüm değil.. Servis elemanları temiz ve bakımlı..Güler yüzle hizmet veriyorlar. Her zamanki gibi içki mönüsü çok yetersiz..Bu konuda, birkaç restoran hariç, Ankaralı şanssız. Ya iyice abartılı fiyatla müşteri kaçırıyorlar. Ya da, kısıtlı bir mönü ile sizi alternatifsiz bırakıyorlar. Bu durumda, en iyisi şarabı koltuğunuzun altına alıp, restoranın yolunu tutmalı ve Avrupa’da olduğu gibi mantar parası verip şarabı açtırmalı..
“Kalinos”ta ne yemeli ? derseniz. Ben, Ahtapot ızgarayı ve acılı kalamarlarını beğendim. Kılıç şişi de çok lezzetliydi doğrusu.. Şarap mönüsü mutlaka çeşitlenmeli ve zenginleşmeli.. Hatta, daha ileri gidip rakı mönüsü de yetersiz diyorum.. Artık, rakılarımız çeşitlendi..Özenilmiş bir restorana için artık bu eleştirileri yapmamalı. Cumartesi de dahil, haftada üç gün canlı Yunan müziği yapıyorlar.. Biraz, Ege tavernalarının havası olsa da, Selanik’in restoranlarının neşeli yapısı yok.. Yine de, denemeye değer bir mekan..

Cafe Botanica Lavande’de Vinolus Şarapları..

Sempatik ve Orta Avrupa’nın tipik kafelerini yansıtan yapısıyla “Cafe Botanica Lavande” giderek Ankaralıları çekiyor.. Geçen hafta, mekan işletmecisi Arzu Deliç’le birlikte düzenlediğimiz “şarap-yemek uyumu” seminerlerinde Türkiye’nin önemli butik şarap üreticilerinden, arkadaşım Oluş Molu’yu ağırladık.. Kayseri’de büyük bir çabayla butik şarap üreten Oluş Molu, Kapadokya’nın volkanik topraklarından çıkardığı 5 farklı şarabı sundu..
Satır içi resim 1 Öncelikle, her yıl ödül alan çok başarılı bir “Chardonnay” üretmiş..Tabii, şaraplarına bir kadın zerafeti de katmış.. Ben 2009’u beğenmiştim. Nitekim yurt dışında ödül aldı.. 2010 bence daha geride kaldı. 2011 tekrar çok zarif bir örnek olarak çıkıyor.. Ayrıca, finalde sunduğu 2009 Syrah ve 2011 Kalecik Karası-Tempranillo şarabı da kesinlikle denemeye değer.. İspanyol çeşidi Tempranillo’yu, Kalecik Karası ile harmanlamak kanımca doğru bir yaklaşım.. Tempranillo’nun baharatsı yapısı, Kalecik Karası’nın zarif meyveleriyle birleşmiş ve ortaya zengin bir aroma yelpazesi çıkmış..Syrah ise; her haliyle Avrupa Syrah’larına daha yakın. Kapadokya’nın gece-gündüz sıcaklık farkının belirgin olduğu volkanik topraklarından frambuaz, mineral, karabiber tonlarının hakim olduğu diri bir şarap çıkmış ortaya.. Kayseri’deki “Molu Çiftliği” sadece şarap üretimi yapmıyor, aynı zamanda peynir, bal, reçel gibi organik ürünleri de sunuyor..

Şarap-Yemek Uyumu Üzerine..

“Şarap-yemek uyumu” üzerine herkes bir şeyler söylüyor.. Doğrusu, detaya girince iş zorlaşıyor. Ancak, bazı temel noktaları iyi bilirsek, iyi uyum yakalamak hiç de güç değil. Bu konuda, birçok makale okudum, azımsanmayacak da bir deneyimim var.. Ancak, gurmeyim deyip, eline kadeh alıp, çok da yerini bulmayan yorumlar patlatanlar doğrusu insanı şaşırtıyor..Okuyucularıma bu konuda detaya girmeden şarap-yemek uyumunun bazı temel prensiplerini paylaşmak doğru olacak..



Hafif yapıda sek beyaz şaraplar : Deniz ürünleri, balık, yeşil sebzeler, mezeler

Tatlı beyaz şaraplar : Tatlılar, meyveler, pastalar, peynirler

Yoğun, yapısı sağlam sek  Beyaz Şaraplar : balıklar, deniz ürünleri, yağlı peynirler

Köpüren Şaraplar          : havyar, pastalar, meyveler, çerez ürünler, balık

Hafif kırmızı sek şaraplar : makarnalar,pizzalar, kanatlılar, az ve orta yağlı peynirler

Orta gövdeli kırmızı şaraplar : kanatlılara, kuzu eti, ızgara etler, mantarlı yemekler, o

Büyük kırmızı şaraplar  : Izgara etler, av etleri, yağlı peynirler

Likör şaraplar                : Özellikle çikolatalı pastalar, tatlılar (ayva, kabak), çerez yiyecekler.

Atatürk Orman Çiftliği Şarapları Gelişiyor..



Şarap dünyası ve Ankara denildiğinde kuşkusuz Atatürk tarafından 1925 yılında kurulan “Atatürk Orman Çiftliği”nin nostaljik bir yeri var. Aslında uzun yıllar Türk şarapçılığında önemli rol onayan, hatta başlangıç yıllarında belli ölçüde özel sektöre yol gösteren AOÇ, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren özel sektörün şarapçılığa ağırlığını koymasıyla, giderek geri çekilmeye başladı. Tekel’in Alkollü İçki üretiminin 2003 yılında özel sektöre devredilmesiyle, devlet şarap sektörü olarak elimizde kala kala yüce önderimizin kurduğu AOÇ şarapları kaldı. Ankara’da bugünlerde AOÇ’nin akıbeti tartışılsa da, kıymetli öğrencim Aykut Muğla AOÇ şaraplarına farklı bir boyut kazandırıyor.. 2008 yılında, artık teknolojisi eskimiş üretim tesislerini yenileyen AOÇ, nostaljik şarabı “Boğa Kanı”nın adını korusa da, yapısını değiştirip Kalecik Karası, Öküzgözü, Boğazkere, Narince gibi yerli ve Cabernet Sauvignon, Merlot, Syrah, Chardonnay gibi uluslar arası çeşitlerle kendini özel sektör rekabetine hazırlamaya çalışıyor..

Nostaljik şaraplar kabuk değiştirdi..

AOÇ şaraplarının bilinen en önemli örneği “Boğa Kanı” şarabıydı. Bu şarap; 1997 yılında birçok ulusal ve uluslararası başarı da elde etti…Eskiden, İzmir bölgesinden gelen “Alicante Bouschet” ve “Grenache” üzümlerinden üretiliyor, ancak,  eskimiş beton fıçıların içinde iyi gelişemiyordu.. Aykut Muğla,  artık “Boğa Kanı”nı “C.Sauvignon” üzümünden üretiyor. Yine, önemli markalardan olan “Çiftlik Altını”, Narince’den, “Ankara Altını” ise Syrah veya Merlot’dan, “Kilis Altını” Boğazkere’den geliyor. Ayrıca, yeni şaraplarında belli ölçüde meşe fıçıda olgunlaştırma da yapıyor. Kısaca, modern teknolojiyi kullanılıyor. Sonuçta, şarapların genelinde gözle görülür bir kalite artışı yakalamış..
Hangi şarap derseniz ? 2012 üretimi genelde başarılı. Özellikle, 2012 Boğa Kanı, oldukça güçlü yapısı, siyah kiraz, toprak, sedir ağacı kabuğu aroması ve mineral yapısıyla en iyi A.O.Ç şarabı.. Günümüzde AOÇ, 10 farklı üzüm çeşidinden 7 farklı marka şarap üretiyor.Depolama kapasitesi 110 bin litre olsa da, yılda 30-40 bin litre şarap üretimi yapıyor. Bunun % 80’i  kırmızı, kalanı beyaz.. Köpüren, tatlı ve likör şarap üretimi yok.

Şarap-yemek uyumu..

Geçtiğimiz haftalarda şarap-yemek uyumu üzerine sizlerle bazı bilgileri paylaşmıştım.. Okuyucularımın bir çoğu hangi yemekle hangi şarabı almalıyım ? sorusunu sıklıkla soruyorlar.. Öncelikle şarap yemek uyumunda iki önemli yaklaşım olduğunu belirtelim : karşıt uyum ve tamamlayıcı uyum..
Restoranlarda önce yemek, sonra da ona uygun şarap seçildiğini dikkate alırsak; ilk yaklaşımda yani, “karşıt uyum”da şarap yemeği dengelemeli.. Örneğin, yağlı bir peyniriniz varsa, bu yüksek yağ oranını dengelemek için asitliği yüksek bir şarap seçmeniz yerinde olacaktır..Diğer yaklaşım olan “tamamlayıcı uyum”da ise; şarap, yemeğe karşı aynı tuz ya da baharat gibi davranır. Aromasıyla, asitliğiyle ve de tanenleriyle yemeğe lezzet katar, onu zenginleştirir..Aslında, şarap-yemek uyumunda “kaşıt uyum” ve “tamamlayıcı uyum” birlikte hareket ederler.


Yemeğe göre şarap seçmek..

Uyumu, çeşit bazında örnekler vererek daha anlaşılır hale getirelim. Örneğin, son yıllarda ülkemizde giderek önem kazanan, topraklarımıza iyi adapte olan bir çeşit olan “Shiraz” şarabı ile ne uyum sağlar? sorusunu sorarsanız, size öncelikle “Shiraz”ın yapısını iyi tanımanız gerektiğini söylerim.. Genel karakteri itibarıyla, özellikle baharat, siyah kırmızı meyveler ve mineral yapısıyla dikkat çeken “Shiraz”, dünyada üst düzey örneklerini Fransa “Rhone” vadisinde ve “Avustralya”da veriyor.. Fransa’da “Syrah” adını alan çeşit, yeni dünya ülkelerinde ise “Shiraz” olarak tanınıyor.. Aslında, çeşit karakterini her yerde vurgulasa da, farklı iklimlerde farklı özellikler gösteriyor..Bunda kuşkusuz, şarabı işleme tarzının da önemi var. “Shiraz”, Avustralya, Güney Afrika gibi ülkelerde daha baharatça zengin, füme aromalarca zengin şaraplarıyla karşımıza çıkarken, “Rhone” vadisinin “Hermitage”, “Cornas” gibi önemli bölge şaraplarında özellikle siyah kiraz gibi kırmızı meyve aromaları devreye giriyor.
Shiraz’ın sevdikleri..
Yukarıda belirttiğimiz gibi, farklı tipte “Shiraz” şarapları olsa da, genel anlamda iyi “Shiraz” ile önerilen yiyecekler şunlar :
Geyik eti-av etleri
Barbekü etler
Izgara etler
Sığır etinden yemekler
Sakatatlar (ciğer, böbrek vb.)
Fırınlanmış etler
Keçi peyniri (fazla tuz içermeyen)
Yağlı koyun peynirleri
Hamburgerler
Unutmayalım; tek başına iyi şarap, ya da iyi yemek kavramı geçerli değil. Önemli olan, doğru uyumu birlikte yakalamak..Aynı, insan ilişkilerinde olduğu gibi..

La Reserva: Lefkoşa’da Şarap Evi ..



Geçen hafta Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dekanı, değerli hocam Prof.Dr.Sevinç Yücecan’ın davetlisi olarak gittiğim Kıbrıs’ta Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğrencilerine yönelik  şarap bilimi üzerine bir seminer verdim. Bu arada beni, Lefkoşa’da geçen yıl açılan çok nezih bir şarap evine götürdüler.. Doğrusu, Kuzey Kıbrıs’ta böyle bir şarap evi görmek beni şaşırttı.. 2 000 yılından beri, Kıbrıs’ta şarap ithalatı yapan  Özdal Kerem tarafından 2012 yılında açılan “La Reserva”, Avrupai tarzda dekore edilmiş.. Kimya mühendisi eşiyle birlikte şarap dışında; önemli viskilerden, konyaklara kadar geniş bir içki reyonu oluşturmuşlar.. Ayrıca, kahve, peynir,çay ve puro gibi gurme ürünleri de bulunduruyorlar.. Kıbrıs’ta bir ilki gerçekleştirerek, Türkiye’den birçok önemli üreticinin şarabı yanında, Arjantin’den Şili’ye kadar 17 farklı ülkenin 1800 şarabını müşterilerine sunarak, büyük şehirlerimizde bile pek nadir bulunan, keyifli bir ortam yaratmışlar..Diğer yandan, sempatik mekanda yemek yiyebilir, ya da akşam üzeri gurme ürünler eşliğinde şarap tatma şansı da var.. Lefkoşa’ya yolu düşen şarapsever ve gurmeler için mutlaka ziyaret etmesi gereken bir mekan..

Artık Bağlarda Gözler Uyanıyor..

Artık ülkeye bahar geldi.. Bağlarda gözler uyanıyor.. Birçok dostum  yılın şarapları nasıl olacak ? sorusunu sorsa da,Türkiye’de bu yılın rekoltesi hakkında yorum yapmak için henüz erken.. Yazın iklim koşullarını, özellikle ilkbahar donlarını, toplam sıcaklıkları, yağışları, kısaca iklimin gidişini izlemek gerekiyor..Aslında, geçen yıllarda da Türk şarapları için yıl üzerinden yorum yapmanın zor olduğunu birçok kez vurguladım. Türkiye’de ancak “yılın rekolte”si üzerine çok genel yorum yapılabilir ? Bunun nedeni; bizde Avrupa ve dünyanın ileri şarap ülkelerinde uygulanan bölgesel bir “apelasyon” (adlandırma) sisteminin olmaması ve buna bağlı bir “terroir” (toprak ve iklim) kavramının gelişmemesi.. 2012 yılının Türk şaraplarına gelince; bazı iyi bölgeleri vurgulamak gerekiyor.. Özellikle Denizli-Güney’den 2012 yılında iyi “Syrah” ve “Boğazkere” şarapları çıktı.. Trakya’da  aslında “Syrah”lar 2012 yılı için çok iyi.. Bu konuda, “Pamukkale”, “Sevilen”, “Kavaklıdere” ve “Doluca” gibi üreticiler oluşturdukları bağ alanları ile önemli rekabete girdiler. “Kayra” grubu da bu konuda girişim içinde..

Denizli-Güney Türkiye’nin “Rhone Vadisi” Olacak..

Denizli-Güney ilçesi Türkiye’nin “Rhone Vadisi” olma yolunda ilerliyor..Denizlililer de bu gelişimin farkında.. 2013 Ekim sonunda “Denizli Kimya Mühendisleri Odası” artık gelenekselleştirdiği “2. Ulusal Türkiye Ulusal Bağcılık ve Şarap” sempozyumu düzenliyor.. Benimde bilimsel danışma kurulunda bulunduğum sempozyum hem bölge, hem de ülke için yararlı olacak gibi görünüyor.. Kuşkusuz Türkiye’de artık “apelasyon” uygulamasına geçmenin zamanı geldi.. Bu konuda, bazı sevindirici girişimler var. Doğru uygulama yapıldığı takdirde hem bağ, hem de şarap sektörünün önünü açacak..

Son yılların iyi Türk Şarapları..

Şarapsever dostlarımdan gelen hangi şarabı alalım ? sorusuna doğrudan yanıt vermek pek kolay değil. Benim şaraba yaklaşımım sofra şarabında fiyat-kalite kurgusunu iyi kurmaktan yana.. Türkiye’de henüz büyük şarap düzeyi ve de, yukarıda değindiğimiz “apelasyon” sistemi olmadığına göre bu yaklaşım özellikle bizim için geçerli..Ancak, Türkiye’de fiyat-kaliteye girerseniz bu kez de iyi şarapların her zaman aynı çizgide olmadıklarını görüyorsunuz. Yine de, dostlara bazı öneriler vermek gerek.. İstanbul’da son düzenlediğimiz “Genç Türk Şarapları Yarışmasın”da ipi göğüsleyen “2010 Barbare Elegance” bence çok başarılı örneklerden..Syrah, Grenache, Mourvedre, Cabernet Sauvignon çeşitlerinin oldukça başarılı bir harmanı..”Barbare”ın sahibi Can Topsakal’ı bu güzel şarap için kutlamalı..Ben her zaman, Kavaklıdere Pendore bağlarında “Syrah”nın çok başarılı olduğunu söylüyorum. 2009 şimdiye kadar çıkanların kuşkusuz en iyisi.. Ancak, “2011 Pendore Syrah”ı da çok iyi buluyorum. Daha da gelişecek.. Yine Kavaklıdere’den “2011Cote d’Avanos Narince-Chardonnay”..”Kayra Vintage Öküzgözü 2011” bir diğer başarılı örnekler.. Tabi son yıllarda şarap sektöründe ağırlığını giderek artıran Ankara-Kalecik’teki  “Vinkara”dan da bahsetmek gerek. Özellikle mahzen serisiyle ağırlıklarını hissettiriyorlar. “2009 Vinkara Mahzen Kalecik Karası” çok başarılıydı. 2011 yılı da çok iyi görünüyor.. Bu örnekleri biraz daha artırabiliriz.. Kalanları da sonraki haftalara bırakalım..

Rakı bulamazsanız ayran için..



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından sonra ülkede ayrana olan ilgi arttı.. Ayran, aslında ülkemizde sevilen bir içecek.. İyi bir yaprak dönerin en iyi eşlikçilerinden..Gerçekten Türkçe kökenli olup da, dünya literatürüne giren nadir sözcüklerimizden olan yoğurdun suyla seyreltilmesiyle hazırlanan ayran, sonradan geliştirilen bir içecek.. İçecek diyorum, çünkü Türkçe’de “içki” sözcüğüne, içecekten daha farklı bir anlam yüklemişiz.. Ancak, başbakanın içki sözü medyada çok eleştirilse de yanlış değil.. Biz alkol içeren içecekleri “alkollü içki” ya da “alkollü içecek” olarak ifade ediyoruz..  Yine de, tek başına “içki” kelimesi kullanıldığında halkımız genellikle; “alkollü içecek” anlıyor.. Ben daha çok, Başbakan’ın “milli içki” ifadesine takıldım.. Avusturya arşidüşesiyken ,Fransız sarayına gelin gidip Fransa kraliçesi olan Marie Antoinette (1755-1793); tarihe ünlü “ekmek bulamazsanız pasta yiyin” sözü ile geçti.. Yıllardır, rakıyı milli içki olarak kabul eden halkımız, gün gelir rakı bulamazsa ne yapar ? Gider ayran içer mi ? Kim bilir, sürprizlerden hoşlanan halkımızdan bu da beklenebilir! Benim aklıma; “alkollü ayran” üretimine geçenler bile çıkabilir düşüncesi geliyor! Belki de, “rakı bulamazsanız ayran için” diyenler  çıkar.  O zaman “milli içki” kavramı ne olur ? bilinmez!..

Yoğurt ve Ayran’ın kökeni..    

Ünlü gezgin Marco Polo, Orta Asya Türklerinin ve diğer göçebe kavimlerin sütü ılıtarak, katımsı kıvamda bir gıda ürettiklerini belirtiyor. Yoğurt adı; 8. Yüzyıldan itibaren Türkçe metinlerde görülmeye başlıyor.. Kaşgarlı Mahmut tarafından 11. yüzyılda yazılan ve ilk basılı Türkçe eser olarak da kabul edilen Divânu Lügati't-Türk”te de geçen yoğurt, Orta Asya Türklerinden günümüze taşınan çok değerli bir gıda..Avrupa’nın yoğurtla tanışması Kanuni Sultan Süleyman döneminde Balkanlardaki sancaklara şifalı gıda olarak yoğurdun gönderilmesiyle oluyor.. Hatta, o dönem ıhsal olan Fransa kralına da şifa amacıyla Kanuni tarafından  “yoğurt” gönderildiği rivayet ediliyor.. Sadece Avrupa’ya değil, tarihi komşumuz Çin’e, sonrasında da İran, Hindistan, Mısır gibi ülkelerle yoğurdu biz götürmüşüz. Amerika’ya ise yoğurt sonradan giriyor..1932 yılında Dr.Rosell kendi adına kurduğu enstitüde yoğurt kültürü üretmeye başlıyor..”Yoğurt”;  Kumanca’da “yuğurt” , Nogayca’da “yuvırt”, Kırgızca’da “cuurt” (y- ön sesi Kırgızca’da –c sesine karşılık gelir) olarak geçiyor.
Türkiye dışında, İran, Ermenistan, Azerbaycan, Lübnan, Bulgaristan ve bazı Balkan ülkelerinde bilinen ayranın ilk kez hangi tarihte üretildiği konusunda bazı farklı görüşler olsa da, yaygın kanı; ilk kez Göktürkler (MS 552-745) tarafından yoğurdun ekşiliğinin giderilmesi amacıyla suyla seyreltilme yapılmasıyla ortaya çıktığı yönünde.. Bu durumda, ayranın  her halükarda bir “milli” tarafı var.. Ancak, başka içkilerinde hakkını yememek lazım..Bu durumda “kımız”a da yazık etmeyelim..

Hangisi Türklerin milli içkisi ?

Kımız; kısrak sütünün fermantasyonu ile elde edilen, Orta Asya’da halihazırda Kırgız, Yakut, Başkırt, Özbek gibi Türk ve Moğol boylarında yaygın olarak tüketilen bir içki..Başlangıcı Hun Türklerine kadar uzanıyor.. Kımız üretiminde süt şekeri, laktik asit bakterileri ve mayalar tarafından, asit, alkol ve karbondioksite dönüştürülüyor..Hatta, daha önce de bu köşede yazdığım gibi İzmir’de çiftliğimiz bile var.. Kımız tam bir Türk içkisi.. İşte size milli içki..
Rakıya gelince; ilk kez Osmanlı topraklarında bugünkü Irak-Kerkük dolayında üretildiği bilinen bir içki.. Nitekim, Suriye ve Lübnan’da “Irak”-“Iraki” ve “Arak” sözcüğü oluşmuş..Ancak, 5. Yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğunda Rakı benzeri bir içki üretildiği de bir gerçek..Ne olursa olsun, biz de rakıya farklı bir kimlik vermişiz.. Türk rakısı, “Ouzo”, “Pastis”, “sambuca”, “Ricard” ve “Cazallo” gibi anasonlu içkilerden çok farklı bir lezzette.. Prosesi ve özellikleri bazı nüanslarla diğerlerinden ayrılıyor. Bu anlamda rakıya da milli içki diyebiliriz.
“Hangisi milli içki” ? sorusunu yanıtlamak ise pek kolay değil.. Doğrusu hiçbirisine haksızlık etmemek lazım.. 

Müzedechanga : Sabancı müzesinde keyifli bir restoran..




Bu hafta, Unilever’in düzenlediği dünyada hızla gelişen  ve önem kazanan“sürdürülebilirlik” konsepti üzerine kurulu bir toplantıya katılmak amacıyla akademisyen meslektaşlarımla, Atlıköşk olarak da bilinen  İstanbul-Emirgan Sakıp Sabancı Müzesine  gittik ve öğle yemeğini müze içindeki “Müzedechanga”da yedik… Eğer resim ve fotoğraf sergilerine ilginiz varsa ve Sabancı müzesine yolunuz düşerse, size düzgün bir yemek mönüsü ve nefis boğaz manzarası sunan bu keyifli restoranı mutlaka denemelisiniz.. Şarap mönüsü, Ankara’daki birçok restoranla kıyaslandığında fena sayılmasa da, İstanbul ölçüsünde daha fazlası beklenmeli.. Modern Türk - Akdeniz olarak nitelenebilecek yemek stilinden örnekler sunan mönüde füzyon tekniği ağırlıklı olarak kullanılmış.. Ahşap ağırlıklı mekân görsel olarak 20. yüzyıl ortası modern akım çizgisi taşıyor.  Kapalı alanı 80 kişiyi ağırlayabilecek kapasitede.  Yazın uygun havalarda açık terasla birlikte 150 kişiye ulaşılıyor…Hafta sonları kahvaltı seçeneği de sunuyorlar.. Restoran müdiresi Gökçen Adalı, işini iyi yapan bir profesyonel.. Servis elemanları temiz ve bakımlı.. 2011 yılında CEE Food Awards’ın Müzedechanga’yı Türkiye’nin En İyi Restoranı seçmesi boşuna değil..

Doluca’nın iddialı şarabı Signium..

Yemekte, orta-az pişmiş bir dana steak ile birlikte “Doluca”nın iddialı şaraplarından 2010 Signium’u denedik. Merlot (% 34)-Shiraz (% 33) ve Öküzgözü (% 33) üzümlerinin harmanı, 14 ay süreyle Fransız ve Amerikan meşe fıçılarında olgunlaştırılan Signum, yüksek dengede kurulmuş bir şarap..Alkol derecesi hacmen % 14.7’ye çıkması önce beni dengesi konusunda düşündürdü.. Ancak, üzümden gelen materyali çok güçlü olmasa da, fıçı çok başarılı kullanılmış ve 2009 yılı üretiminin aşırı meşe vurgusu bu şarapta yapılmamış. Damakta, siyah kiraz, frambuaz, baharat özellikle de karabiber algılanan aromalar. Dana steak ile uyumu da oldukça iyi..Doğrusu denemeye değer bir şarap…

 La Pasión : Bodrum’da İspanyol restoranı..

Artık yazın güzel, sıcak günleri geliyor.. Ankaralı Bodrumseverler için önerilecek restoranlardan biri de, zevkli dekorasyonu ve kaliteli mönüsü ile sıcak bir Latin rüzgarı estiren  La Pasión.. Boğaziçi Üniversitesi mezunu Osman Egeli’nin restoranı; Bodrum Merkez’de Atatürk Caddesi’ni Cumhuriyet Caddesi’ne bağlayan Bodrum’un en eski sokaklarından biri olan Uslu sokakta..2008 yılından beri faaliyette olan restoranın şarap mönüsünü düzenleyen Pınar Eretik, konukseverliği ve zerafetini restorana yansıtmış.. La Pasión, İspanya’nın Catalonia ve Basque bölgesi Tapas Bar’larından esinlenerek Şef Neco’nun muhteşem tapasları ve yemeklerinden oluşturulmuş geniş bir mutfağa sahip...Ağırlıkta Türk ve İspanyol şaraplarından oluşan zengin bir şarap menüsü de mevcut.. Mekan, barıyla birlikte yaklaşık 65 kişiye servis verebilecek kapasitede. Yakınlarındaki “gürültülü” yerlerin aksine son derece sakin bir ortam.. Bodrum’da iyi steak yemek isteyenler için önerilebilecek,  sempatik bir mekan..Servis başarılı, aydınlatma düzeni ve dekorasyon odukça iyi.. Eşiniz ya da sevgilinizle romantik bir yemek yiyebileceğiniz bir yer.. Şarap mönüsü ise Pınar’ın sayesinde oldukça zenginleşmiş…

Ch. Petrus 1996’nın keyfi..

Ben La Pasion’da, az pişmiş bir Steak ile kıymetli dostum Umut Ülkümen’in sunduğu 1996 Petrus’u deneme şansı buldum.. 1996 Bordeaux için çok iyi bir yıl değil..Ancak, şarap bizi şaşırttı.. Bence, Parker bu şarabın geleceğini yeterince iyi görememiş.. 1998 yılında yaptığı 100 üzerinden 93 notunu çok yetersiz buluyorum.. Eminim sonraki yıllarda tatsa daha yüksek bir puanla notlayacaktı..Her zaman büyük ve kompleks şarap insana büyük keyif veriyor. 1996 Petrus, ıslak toprak, mineral, trüf gibi aromaların yanında tütün, çikolata ve olgun kırmızı meyveler de sunuyor.. Hala, ayakta dimdik duruyor. Güçlü, zengin ve kompleks..   

16 Nisan 2013 Salı

İstanbul Swissotel’de Şili Rüzgarı Esti..



Geçen hafta, 18 Mart 2013 günü Istanbul-Swisotel’de önemli bir şarap etkinliği gerçekleşti.. Jorge Patricio Arancibia Reyes’in himayesinde, Şili Ticaret Ofisi (ProChile) Türkiye direktörü Gülşan Atalay’ın ev sahipliğinde Şili’den gelen 11 farklı şarap üreticisinin şarapları şarapseverlerle ve ithalatçılarla buluştu. Panelde Şili’den gelen şarap uzmanı Adolfo Hurtado, ben ve Yunus Emre Kocabaşoğlu yer aldı. Hurtado, Şili bağlarının toprak yapısı ve iklimini, ben; Şili şaraplarının şarap sektöründeki gelişimi ve Türk pazarındaki önemini, Kocabaşoğlu ise şarap-yemek uyumu üzerine sunum yaptı. Panelin ardından Şili şarap üreticilerinin şaraplarını sergiledikleri çok başarılı bir şarap sergisi yapıldı.


Şili Şaraplarının Dünya Pazarındaki Önlemez Yükselişi..

2012 yılı verilerine göre; Şili  dünyanın 8. büyük şarap üreticisi, 5. Büyük şarap ihracatçısı.. Şili şaraplarını her gün 16.9 milyon kişi tüketiyor. Dünyanın farklı ülkelerine 749 025 550 litre şarap gönderip, 1 milyar 790 milyon ABD $’lık bir ticaret hamcına ulaşmış durumda..Türkiye pazarında da çok iddialı, 2012 yılında 2011 yılına göre Türkiye’ye ihracatını % 54 gibi önemli düzeyde artırıp, İtalyan ve Fransız şaraplarından sonra üçüncü ithalatçı ülke konumuna geliyor. Ocak-Aralık 2012 tarihleri arasında Şili’den Türkiye’ye 524 003 litre, 1 575 778 $’lık şarap ithal ediliyor.  Bu hızla giderse önümüzdeki on yıl içinde gerek dünya, gerekse dünya pazarında çok daha yukarılara çıkacaklar..Şili şaraplarının % 70’i dünyanın büyük şarap marketlerinde yer alıyor.

Şili Başarısının Sırrı..

Şili şaraplarının geçmişi 1500’lü yıllardaki İspanyol fetihlerine kadar uzansa da, Şili şaraplarının başarı öyküsü 1980’li yıllarda başlıyor. Eskiden, İspanyolların getirdiği  Pais gibi sıradan çeşitlerle vasat şarap ülkesi konumunda yer alan ülke, 1980’lerde kendini yenileyip kabuk değiştiriyor. Modern şarap tesisleri, Fransız ve İtalyan danışmanlarla yeni bir yapıya bürünüyor. Kuşkusuz bu gelişimde, Miguel Torres gibi, kendini dünyaya kanıtlamış bir İspanyol şarap devinin Şili’yi üretim merkezlerinden biri olarak almasının da önemi büyük. Tabi, Şili’nin Bordeaux ve Kaliforniya iklimleri arasında yer alan iklim koşulları ve çeşitlilik gösteren mükemmel toprak yapısı bu işin olmazsa olmazı.. Ancak, her şeyden önce Şili hükümeti karar veriyor, üreticisini destekliyor ve 1990’lı yıllardan itibaren dünya pazarlarını Fransız ve İtalyan’ların orta ve iyi kalite şaraplarına dar ediyor.. Onlardan çok daha iyi bir fiyat kalite ilişkisi kuruyor. Son 15 yılda gerek ticaret hacmi, gerekse ihracat olarak % 120’nin üzerinde büyüyor.. Aslında, bizim de örnek almamız gereken bir ülke..Ancak, günümüzün politikalarıyla bu olmaz..Biz kendi kendimize Türk şarapları gelişiyor deyip dururuz..Avrupalı şarap uzmanları da bu ülkeyi muz ülkesi görüyorlar.. Şaraplarımızı burada beğenip, övüyorlar..Evlerine döndüklerinde ses yok.. Son yıllarda kısmen büyüyen küçük ulusal pazarda üretici firmalar birbirlerinden pay kapma savaşını giderek artırarak birbirlerini yiyorlar.. Ancak, sektör yurt dışına açılmazsa işin sonu yok.. Şili her kıtadan 150 kadar farklı ülkeye şarap satıyor..ABD, İngiltere, Almanya, Kanada gibi büyük pazarları tutmuş, Çin ve Japonya gibi geleceğin pazarlarında ise hızla ilerliyor..Umarız, biz de akıllı politikalarla doğru yolu buluruz..

Neler tattık ?

Tanıtımda Şili’nin; Anakena, Apaltagua,  Casa Marin, Siegel,  Santa Carolina”, “Viu Manent”, “ Quintay” ve “Grupo Belen” gibi önemli şarapları görücüye çıktı.. Ben özellikle “Santa Carolina”, “Grupo Belen” ve “Apaltagua”nın şaraplarını çok başarılı buldum. Bence ithalatçılar özellikle bu firmaları değerlendirmeli. “Santa Carolina”nın “Bordeaux” tipi harmanı çok değerli bir şarap..Doğrusu geceye renk kattı..

Türk pazarında Şili Şarapları..

Şili şaraplarını 10 farklı ithalatçı Türkiye’ye getiriyor.. En önemli ithalatçılar ADCO ve Mania Gurme.. Son yıllarda Kavaklıdere, Doluca, La Wines gibi şarap üreticilerimiz de Şili şaraplarını portföylerine aldılar..Oldukça iyi şaraplar getiriyorlar. Santa Helena, Montes, Caballo Loco No: 11, Valdivieso, Maipo ve La Palma.. Önemli şaraplardan sadece bazıları.. İleride daha iyileri de bu şarapların arasına girecek gibi gözüküyor..

14 Mart 2013 Perşembe

Tokyo’da Dünyanın En İyi Somelye Yarışması..


Bu yıl 26-30 Mart’ta “ASI (Association Sommellier Internationale)” dünyanın en iyi somelyesini (Meilleur Somellier du Monde)  seçiyor. Farklı ülkelerden 50’nin üzerinde somelyenin katıldığı yarışmada, Londra’nın ünlü restoranı “Fat duck”ın somelyesi, değerli dostum, Isa Bal temsil Türkiye’yi temsil edecek..Umarız, Isa 2008 yılında Avrupa’nın en iyi somelyesi olarak gösterdiği büyük başarıya bir yenisini daha ekler ve biz de dünyanın en iyi somelyesi bir Türk diye gururlanırız. 

Sommelier nedir ?

Türkçe’de basitçe şarap garsonu diye tanımlasak da, Avrupa mutfak kültüründe çok önemli bir meslek grubu.. Şarapsız bir yemek kültürü neredeyse olmayan Akdeniz mutfak kültüründe sommelier olmazsa olmazı işin..Batı dünyasının hangi restoranına giderseniz gidin, seçtiğiniz yemeğin yanına doğru şarabı yakıştıran kişi sommelier. Hele sizin şarap kültürünüz yoksa sommelier’nin eline düşmekten başka çare yok doğrusu..

Fat Duck Restaurant

Yeri gelmişken  Berkshire’daki dünyaca ünlü restoran “Fat Duck”dan da bahsetmek gerekiyor. Öncelikle 16.yüzyıldan kalan muhteşem yapı insanı büyülüyor. 2004 yılında “Michelin üç yıldız” alan restoran,2005 yılında dünyanın en iyi 50 restoranı arasına liste başı olarak giriyor. Restoran her yıl başarı üzerine başarı kazanıyor. Ünlü şef Heston Bluemethal’ın parmaklarından çıkan mucize yemekler yeme-içme meraklılarının başını döndürüyor. Şarap mönüsünün zenginliği de sonsuz. İsa, “Fat duck”da Türk şaraplarını İngilizlerin beğenisine sunuyor ve bizim gastronomi elçimiz olarak çalışıyor. Sevilen Füme Blanc ve Kavaklıdere Selection gibi şarapları İngiliz’e sevdiriyor.. Anlaşılacağı üzere ülkeyi tanıtmak sadece kuru gürültüyle olmuyor.”Fat duck”a yolunuz düşerse, alçak gönüllüğünden hiçbir ödün vermeyen Isa’ya uğrayıp, “Fut duck”da bir yemek yemelisiniz..

İstanbul’da Şarap Tadımı

İstanbul’da 1-2 Mart’ta Türkiye’nin en iyi genç şarapları yarışması düzenleniyor.. Şarap Derneği’nin kurucusu, Hürriyet Gazetesi yazarı, ülkemizde gastronomi sanatının öncüsü rahmetli Tuğrul Şavkay adına düzenlenen tadımda 29 farklı yerli üreticinin 136 şarabı tadılıyor.. Tadım’da Christy Canteburry ve Alex Hunt gibi sektörün önemli profesyonelleri yer alıyor.. Türk şaraplarının potansiyelini tanımak için bu tip tadımlar önemli..

Mey Grubu’nun Ankara Çıkartması..

Geçen hafta Mey Grubu CEO’su Galip Yorgancıoğlu “Kayra Restoran Haftası” etkinlikleri için Ankara’ya geldi ve bir grup basın mensubuyla,  Trilye restoran’da yemek yedi, sohbet etti. Alçak gönüllü kişiliği ile basın mensuplarının kalbini fetheden Yorgancıoğlu, Trilye’nin sahibi Süreyya Üzmez’in lezzetli mönüsü eşliğinde şarap, rakı ve grubun ithal ettiği distile içkilerden tattırdı. Yorgancıoğlu, çalıştığı şirketlere altın dokunuş yapan bir isim.. Mey şirketinin piyasa değerini yedi yılda yediye katladı. Marka sayısını 12’den 60’a çıkardı. Ürettiği şaraplar dünyanın en ünlü lokantalarında menülere girdi. Yorgancıoğlu’nun önceki kariyeri de önemli..Philip Morris’te, Marlboro’da Pazarlama Müdürlüğü, Diageo’da Güney Doğu Avrupa Pazarlama Direktörlüğü, Coca-Cola Türkiye Avrasya Pazarlama Direktörlüğü, Burger King Türkiye Genel Müdürlüğü gibi görevlerde bulunan Galip Yorgancıoğlu’nun kariyeri gerçekten başarılı..
Şarabın Güzelliği..
Bilirsiniz Ömer Hayyam rubailerini severim. Birçoğu da ezberimdedir. Ancak, geçenlerde bir arkadaşım okuyunca anladım, güzel bir dörtlüğü atlamışım.. Hemen sizinle paylaşayım :
Bu şarabı dilenci içti, bey oldu gitti
Bu şarabı tilki içti, aslan kesildi
Bu şarabı ihtiyar içti, oldu delikanlı
Delikanlı içti, ömrü bi uzadı, bi uzadı, bi uzadı..

Türkiye’nin En iyi Genç Şarapları Yarıştı…


Şarap Dostları Derneği 1-2 Mart 2013 tarihlerinde Istanbul Beşiktaş Four Seasons Hotel-’de, dernek kurucusu, Türkiye’de gastronomi yazarlığının öncüsü Dr.Tuğrul Şavkay adına düzenlediği Şarap yarışmasında Türkiye’nin en iyi genç Türk şaraplarını seçti. Yarışmaya 30 farklı yerli üreticinin 2010, 2011 ve 2012 yılı üretimi 134 şarabı katıldı.

Türk Şaraplarının yurt dışına açılımının hedeflendiği yarışmayı Dernek Başkanı Mustafa Seçkin ve yönetim kurulu organize etti. Yarışmanın teknik organizasyonunu ve yönetimini ben üstlendim ve dernek Başkan vekili Ahmet Aykut ve bazı üye arkadaşlarımın büyük katkılarıyla Türkiye’de ilk kez, Uluslararası Şarap yarışmalarını organize etmeye yetkili yek kuruluş olan OIV (Office International de la Vigne et du Vin- Uluslararası Bağ ve Şarap Ofisi) kuralları uygulanarak, 100 puan üzerinden kör tadım uygulanarak objektif bir değerlendirme yapıldı.

Tadım jürisi yine OIV kuralları gereği 7 tadımcıdan oluştu. Jüride; Londra’nın ünlü restoranı Fat Duck’ın somelyesi Isa Bal, Gordon Ramsey’in baş sommelier’si Jan Konetzki, ünlü Amerikalı master sommelier Christy Canteburry,  Londra’nın ünlü Şarap Evi Berkman Wine Cellers’ın satın alma direktörü Alex Hunt, uluslararsı şarap satışında büyük deneyimi olan master sommelier Clemency Yates, Istanbul’un ünlü gastronomi mekanı Ulus 29’un Fransız sommelier’si Stephane Vattepain ve ben yer aldım. Aynı zamanda, tadımın teknik anlamda işleyişini organize ettim. Profesyonel tadım yanında, ayrıca Şarap Dostları Derneği üyeleri ve üreticiler de çeşit bazında Türkiye’nin en iyi şaraplarını seçtiler. 

Tadım sonuçları, üreticilerin de hazır bulunduğu ortamda basınla paylaşıldı, madalya alan şaraplar sahiplerini buldular. Sonrasında hep birlikte nefis bir boğaz gezisi ve yemekle bu güzel aktivite sonlandı..

Profesyonellerin Seçimi..

En İyi Bayaz Şaraplar

Altın :
  1. 2012 Sevilen İsabey Sauvignon Blanc       
  2. 2011 Pamukkale Meridies Narince
  3. 2011 Kavaklıdere Cotes d’Avanos Narince          
  4. 2010 Vinkara Mahzen Narince                  
  5. 2012 Gıdatay Prodom Narince                  
  6. 2012 Kavaklıdere Cotes d’Avanos Sauvignon Blanc

Gümüş :
  1. 2011 Diren Karmen Narince                     
  2. 2011 Sevilen 900 Sauvignon Blanc         
  3. 2012 Yazgan Emir                                                         
  4. 2012 Vinkara Doruk Narince                    
  5. 2012 Likya Arykanda Sauv. Blanc                           
  6. 2011 Kayra Terra Sauvignon Blanc                         
  7. 2011 Doluca Sarafin Sauvignon Blanc
  8. 2010 Kavaklıdere Selection Narince

En İyi Kırmızı Şaraplar

Altın :
  1. 2010 Barbare Elegance                                               
  2. 2010 Suvla Sur Merlot                                                
  3. 2012 Yazgan Mahra Boğazkere                               
  4. 2010 Doluca Tuğra Boğazkere                                 
  5. 2011 Gıdatay Prodom Shiraz-Kalecik Karası                     
  6. 2010 Kayra Versvs Cabernet Franc                                        
  7. 2011 Gıdatay Prodom Shiraz-Petit Verdot-C.Franc                       
  8. 2012 Likya Pinot Meunier                                                        
  9. 2011 Sevilen Güney Shiraz
  10. 2010 Kavaklıdere Pendore Shiraz


Gümüş :
  1. 2012 Sevilen Majestik Öküzgözü                                          
  2. 2010 Chateau Kalpak Merlot                                   
  3. 2010 Kayra Vintage Merlot                                      
  4. 2010 Büyülübağ Rezerve Cabarnet Sauvignon                
  5. 2010 Sevilen Centum Shiraz                                    
  6. 2011 Pamukkale Nodus Merlot                                             
  7. 2010 Doluca Kav Boğazkere                                     
  8. 2011 Sevilen 900 Petit Verdot                                
  9. 2010 Chateau Kalpak Cabernet Franc                                  
  10. 2010 Selendi Merlot                                                   
  11. 2011 Urla Urla Karası                                                  
  12. 2011 Pamukkale Nodus Shiraz                                
  13. 2010 Urla Vurla Boğazkere                                       
  14. 2011 Yazgan Vodina Cabernet Sauvignon
  15. 2010 Pamukkale Meridies Kalecik Karası           

En iyi Pembe Şaraplar

Altın :
  1. 2012 Kayra Leona Blush
  2. 2012 Pamukkale Meridies

Gümüş :
  1. 2012 Likya İsinda                                                          
  2. 2011 Doluca Verona
  3. 2012 Barbare Roze


Üretici ve Dernek Üyelerinin Çeşide göre seçimi :

                     Narince Şarapları
  1. 2011 Kavaklıdere Cotes d’Avanos         
  2. 2012 Vinkara Doruk
  3. 2010 Vinkara Mahzen

                 Sauvignon Blanc Şarapları
  1. 2011 Kayra Terra                                                           
  2. 2011 Sevilen 900 Fume Blanc                  
  3. 2012 Kavaklıdere Cotes d’Avanos         
  4. 2012 Sevilen İsabey                                     
  5. 2011 Doluca Sarafin

                 Chardonnay Şarapları
  1. 2011 Chamlija Istranca                               
  2. 2011 Kayra Versus                                        
  3. 2011 Sevilen Premium               
  4. 2012 Urla Chardonnay                
  5. 2010 LA Chardonnay

                 Öküzgözü Şarapları
  1. 2010 Kayra Vintage                                      
  2. 2010 Doluca Tuğra                                                        
  3. 2010 Kavaklıdere Pendore

                  Boğazkere Şarapları
  1. 2010 Selendi Merlot-Cabernet Sauvignon-Shiraz-C.Franc
  2. 2011 Chamlija Merlot                                 
  3. 2011 Urla Nexus                                                           
  4. 2011 Pamukkale Nodus                                             
  5. 2010 Chateau Kalpak Merlot                   

                 Kalecik Karası Şarapları
  1. 2011 Kavaklıdere Vin&Art                        
  2. 2011 Sevilen Plato
  3. 2010 Vinkara Mahzen

                      Merlot Şarapları
  1. 2010 Selendi Merlot-Cabernet Sauvignon-Shiraz-C.Franc
  2. 2011 Chamlija Merlot                                 
  3. 2011 Urla Nexus                                                           
  4. 2011 Pamukkale Nodus                                             
  5. 2010 Chateau Kalpak Merlot                   

                     Cabernet Sauvignon Şarapları
  1. 2010 Doluca Karma                                      
  2. 2010 Pamukkale Nodus                                             
  3. 2011 Yazgan Vodina                                    
  4. 2011 Urla Cabernet Sauvignon
  5. 2010 Barbare Prestij     
                       Shiraz Şarapları
  1. 2010 Barbare Elegance                               
  2. 2010 Büyülübağ Shah                                  
  3. 2011 Gıdatay Prodom Syrah-K.Karası   
  4. 2010 Kavaklıdere Pendore
5.       2011 Gıdatay Prodom Syrah-P.Verdot-Cab.Franc